20 Eylül 2009 Pazar

Tek duvara toslayan City mi?

Maçı oturup izleyemedim ama kıran kıran bir maç olacağı belliydi. Hatta belki de kırmızı tarafın kazanacağı da belliydi. Ama bu kadar zorlanarak değil. Alex Ferguson'un eski öğrencisi Mark Hughes'ü her türlü nakavt edeceği bilinen bir şeydi ama Ronaldosuz Manu ne kadar zorlanacaktı? Kırmızılılar bu kez acayip kasmış ama Old Trafford ve hakem gazıyla yine yenmişler. City'nin yenilgisini buna bağlamamak lazım ama Manu'nun bu tip biriktirdiği puanlar 30. haftadan sonra çok işine yarayacak. "Federasyon buna bişey yapması lazım" diyorum sadece. Owen'ın golü de tam 'dramatic match winner' olmuş

Bakalım Manu ilk Old Trafford mağlubiyetini ne zaman alacak? Çok merak ediyorum zira bir değil iki değil artık motor zorlanmaya başladı. Ferguson olmasa teklemeye başlamışlardı bile.

Man City için ise hayati bir dönem başlıyor şimdi. Arsenal'in Henry gittiğinden beri yapamadığı 'yenilgiden sonra kolayca toparlanma' işini halledebilecekler mi? Bence Adebayor'un cezasına, Robinho ve Tevez'in sakatlıklarına üzüleceklerine oturup bunu düşünsünler.

19 Eylül 2009 Cumartesi

Kitap dopingi

Konyaspor bugün tek kazanan takım değildi elbet. Bu haftaki EPL maçları arasında en çekici olanı değildi West Ham-Liverpool. Ama benim için birinci sırada.

Hafta içi rölantide bir maç ve 3-4 fark bekliyordum. Benitez bırakın takımı dinlendirmeyi, galibiyeti bile zoru zoruna aldı! Kapalı takımları açamama sorunu Liverpool'da halen sürüyor ama Premier Lig'de 90 dakika boyunca kapalı oynayan kaç takım var Stoke haricinde? İddaa tabiriyle Liverpool'un PL maçları 'alt' bitmiyor. Hem atıyorlar hem yiyorlar bunun başka türlü izahı yok. West Ham ilk yarıda olabildiğince gol bulmaya çalıştı doğal olarak. İkinci yarı gol atmaya çalışırlarsa başlarına geleceklerden haberdarlardı. Liverpool bastırdı da bastırdı ama Carragher ve Skrtel'e de acayip yük bindi. Birinin hızı diğerinin pozisyon bilgisi yok ve bu da onları çok zayıf kılıyor. Agger geldiğinde defansın toparlanmasının bir sebebi de bu. West Ham sabırlı ve etkili geldi kaç sefer. Sonunda birinde Carragher alışkanlıktan yere indirdi Hines'ı. Penaltıcı Diamanti'nin ayağı kaydı ama kaymasa kaçırırdı herhalde.

Noat Samisa her ne kadar penaltıya duran top diyenleri sopayla dövse de Liverpool bir kez daha duran toplardan avlandı. Evet PL'de yenilen 9 golün hepsi duran toplardan. Kornerlerde biraz daha konsantrasyon gerekiyor artık. PL şampiyonluğunu hedefleyen bir takım bu kadar kolay gol yememeli.

Torres'in ilk golü uzun uzun izlenmeli. WH defansının nutku tutulmuş sanki! El-Niño yine çok güzel attı golünü ve taraftarla beraber kutladı. Gol sırasında sol dizine gelen darbe de gol sevinciyle beraber unutulup gitti. Torres'in eski formuna yavaş yavaş dönmesi çok sevindiriyor. Artık kafası kitabında kalmaz umarım. Çünkü artık onun gollerini bekleyen bir takım ve milyonlarca taraftar var.

Kornerleri genelde Gerrard kullanırdı. Bu kez Yossi'ye bıraktı. İlginçtir kafayı da Gerrard vurdu ama çizgide Kuyt dokununca ona saydılar.

Sonradan oyuna giren ve oyuna hız katan bunun üstüne Torres'in ikinci golünün asistini yapan Babel'e bir alkış da benden!

Son sözüm formaya. Bize euro kit olarak tanıttılar. Ama deplasmanda da giyilebiliyormuş. Beyaz forma üzerine kırmızı yazı ve siyah şort... Harika olmuş ya!

Liderlik bu mudur?

Kendimce haklı sebeplerim gereği bu sene Konyaspor'un hiçbir iç saha maçına gitmeyi düşünmüyordum. Kararımdan vazgeçmiş de değilim. Yine bir iç saha maçını internetten canlı skor şeklinde takip ettim. 10'da geriye düştü Konyaspor. 64'te ise Kartalspor 10 kişi kaldı. Konyaspor o kırmızıdan sonra ne kadar bastırdı bilemiyorum ama galibiyeti çok istedikleri belli! Ne dediğimi üstteki resimden anlayacaksınız. 89 ve 90+2'de gol atmak öyle kolay bir iş değil. Üstelik gerideyseniz. Liderlik böyle bir şey işte!

Geçen hafta eski lider Buca'yı yenen takım liderliği ele aldığı gibi korumasını da bildi. Buca kendi evinde berabere kalınca da puan farkı 3'e çıktı. Bank Asya 1. Lig Konyaspor'a 1 numara küçük mü geldi dersiniz...

18 Eylül 2009 Cuma

Önümüzdeki sene inşallah (!)

Düşündüm taşındım. Yıllardır Türk milli takımı neden başarılı olamaz diye. Fazla uzaklara gitmedim. Cevabı Eurobasket 2009'da buldum.

Başarısızlığın 3 ana unsuru var. Birincisi kazanma alışkanlığının olmaması. Ki tüm spor dallarında çok önemlidir. Henryli Arsenal nasıl başarılı olduysa ya da şimdiki Arsenal'i neden şampiyonluk şanslarında ilk 3'te kimse saymıyorsa bu sebep çok önemli. Ya da diğer deyişle istikrar. Arsenal'e nerden geldi laf bilmiyorum ama en son milli takımda kalmıştık.

Son madalyamız 2001'de ülkemizde düzenlenen Avrupa Şampiyonası'ndaki gümüş. Ondan bu yana boş geçiyoruz. Ne olimpiyatlar geldi katılamadık. Ne dünya şampiyonaları geldi "wildcard" ile katıldık. Her türlü mücadele ettik ama bir türlü olmamıştı. Yine Eurobasket'ten önceki Efes Cup'ı izleyenler ne dediğimi anlayacaklar. Milli takım bir türlü tam oturmamış gözüktü. Ta ki Polonya'ya kadar. Turnuva başladığından beri müthiş bir milli takım vardı. Aynı mücadele devam ediyordu ama bu sefer meyvesini de alıyorduk. İlk 5 maçımızı kazandık. Tarihimizde yoktu. Tarih yaza yaza geliyorduk. Kısacası kazanmaya alışmıştık. Ama Slovenya maçı seriyi bozdu. İyi oynayan takımımız yine saçma sapan hücum tercihleri sonucu Slovenya'ya maçı hediye etti adeta.

İkinci unsur serbest atışlar. Ne zaman son topa kalan bir maçımız olsa serbest atışlarda mutlaka geriyizdir. Son topa bile kalmayan maçlarımızı saymıyorum. Kendimi bildim bileli Hidayet ve Mehmet Okur haricinde adam akıllı serbest atışçımız yoktu. İlk turda çok çok yüksek oranla serbest atış atsak da ikinci turda Ömer Aşık ile beraber takımın serbest atış yüzdesi iyice düştü. Önce Slovenya sonra Yunanistan maçlarıyla da dibe vurdu.

Üçüncü unsur ise malesef hakemler. Bu konuyu oldum olası sevmem. Ama bir gerçek var özellikle Yunanistan'ı kollayan ve özellikle Türkiye'ye kuyu kazan hakemler. İki takımın herhangi maçını izleyin. Yunanistan-X maçında hakem hatası varsa mutlaka Yunanistan'ın işine geliyordur. Ya da Türkiye-X maçında hakem hatası varsa karar mutlaka Türkiye'nin aleyhinedir. Bu kadar konuşmak yeterli hatta fazla bile oldu.

Sonuç olarak ilk iki maddeyi yendiğimiz şu turnuvada 3. maddeden sınıfta kaldık. Artık kalan maçlar önemli değil. Dünya Şampiyonası biletimiz nasıl olsa cepte!

"Afrika Kupası gidişatı değiştirir"

10-31 Ocak arası Angola'da Afrika Kupası maçları var. Gözden ve gönülden ırak gözükse de bu kupaya pek çok önemli oyuncu katılıyor. Drogba, Kalou, Essien, Obi Mikel Chelsea'den, Adebayor ve Toure Man City'den, Song ve Eboue ise Arsenal'den ilk akla gelen isimler. Bugün Stevie G de resmi siteye yaptığı açıklamada bu konuya değinmiş. Her ne kadar ocak ayına daha çok süre de olsa o güne kadar takımda uyumun sağlanacağını, üstüne üstlük Aurelio ve Aquilani'nin takıma döneceğini eklemiş.

"Chelsea, Man City ve Tottenham lige harika bir şekilde başladılar. Ama çok uzun bir yoldayız. Ligin bitimini konuşmak için erken."
"Ligdeki ilk 3 maçtan 2sini şanssız bir şekilde kaybettik. Bu mağlubiyetler bizi moral bozukluğuna itti. Ancak yavaş yavaş kendimizi yeniliyoruz."
"İyi bir takım olduğumuzun farkındayız. İyi oyunculara sahibiz. Böyle bir takımla mağlubiyet bekleyemezdiniz. Ancak olan oldu ve şimdi iyi durumdayız ve mutluyuz. Cumartesi güzel bir galibiyet alacağız."
diye devam etmekte.
Tamamı için http://www.liverpoolfc.tv/news/drilldown/N165809090918-0837.htm

Vakit geldi!

Fernando Torres'in otobiyografisi bir süredir gündemdeydi. Çıkış tarihi eylül 2009 şeklinde belirtilmişti. Bugün yayında. Ayrıca birkaç LFC Store'da da imza günü varmış taraftarlar sıraya girmişler falan. Amazon'da 9.49£'a satışa çıkan kitap, LFC Online Store'da 18.99£! Var bunun içinde bir bit yeniği ama...

Sözün özü benim bu kitabı okuyacak kadar İngilizcem yok. Girişimci bir yayınevinin Türkçe'ye çevirmesini beklemek zorunda kalacağım.

Bunun üstüne Torres bugün yaptığı açıklamada: "İlk sezonum çok iyi geçmişti ama artık o sezonda değiliz. Şu an için 6 maçta 3 gol fena sayılmaz ama daha fazlasını yapmak istiyorum." demiş.

Liverpoolfc.tv'nin forumlarında ise Torres'i bir dövmedikleri kalmış resmen.
"9 numarayı aldı ama hakkını veremedi." "Bir ay dinlenip öyle oynasın ölü gibi." şeklinde ifadeler. Neyse ben hala bu sezon Torres'in eski formuna kavuşacağı kanaatindeyim.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Vakit köstek değil destek vakti!

Anadolu kulüpleri çeşitli entrikalarla idare edilir. Hep belli dinozor kesim vardır onların dışına çıkılmaz. Yıllardır bu döngü böyle sürüp gider. Yönetimin karşısında da her zaman taraftar gibi güçlü bir kitle vardır. Onlarla anlaşılırsa ne ala, anlaşılmazsa... Genellikle koca koca laflar eden koca koca adamlar küçük(!) taraftar kitlelerine boyun eğerler. Taraftar dediklerim futbol dilencisi ya da futbolsever değil! Sanayiden kahvelerden toplama elemanlar. İşte zaten ben oradan sonrasına karşıyım Anadolu futbolunun.

Ben kendimi bildim bileli o taraftarlar hep haklıdır. Yıllar geçer yönetimler değişir durur ama zihniyet hep aynı kalır. İyi günde taraftar arkandadır. Kötü günde ise malum.

Geçen sene Konya şehrinde bir tane haklı adam yoktu. Bir tanesi çıkıp "takım bizimdir lig düşse de sahip çıkmalıyız" demedi. Lig bitti hepsi evlerine döndü sanki. Şimdi Bankasya 1. lig başlamış göz ucuyla takip ediliyor mutlaka. Bizim Konyaspor bir numara büyük gelmiş 1. lige! Ligin yeni ama güçlü ekibi Buca'yı burada 3-2 yenen bir Konyaspor var ve artık lider. Lider olup olmaması önemli değil benim için. Şimdi herkeste bir heyecan ki sormayın. Taraftarlar "şampiyon" sesleriyle şehri mi inletsin yoksa iş adamları çıkıp "Konyasporumuz..." diye mi konuşsun. Tutmayın onları bir mağlubiyete kadar.

Hep böyle gidecek değil ya Konyaspor mutlaka bir gün yenilecek. Acaba "ülkücü" Ünal'a sahip çıkan Konyalılar, Konyaspor'a son şampiyonluğunu yaşatan Hüsnü Özkara'ya aynı sabrı gösterebilecek mi? Hatırlarsak Özkara 2003'te yani Konyaspor'un Süper Lig'deki ilk senesinde 'taraftarların isteğine karşılık vererek görevinden istifa etmişti'.

Aklıma takıldı. 2003 yılında, Konyaspor o zamanın 2. Lig A Kategorisi'nde şampiyon olmuştu. Yukarıda yazdığı gibi o zamanlar da teknik direktör şimdiki gibi Hüsnü Özkara idi. Nalçacılılar grubu zamanında şarkı yaptırmış. Sözleri arasında "her sene şampiyon biz olacağız" diyor. Geçen sene her duyduğumda gülerdim. Şimdi sadece gülümsüyorum :)

Biradan bankaya geçiş

Yıllarca göğüs reklamı almayan Barcelona'yı bir kenara koyarsak Avrupa'nın en az göğüs reklamı değiştiren takımı Liverpool'dur. Şu anki reklam olan Carlsberg'in başlangıç tarihi için Wikipedia'ya bakmam gerekti. 1991'den bu yana kutsal kırmızıyı Carlsberg'in logosu süslemiş. Vefa, alışkanlık bir yana Liverpool artık ciddi miktarlarda para kazanmak istiyor ve bira markasının son teklifi kulübü pek açmış değildi. Liverpool gibi bir marka ortada da kalmayacağına göre Standard Chartered adında dev bir marka 2010-11 sezonu başından itibaren Liverpool'a sponsor olmuş. Fiyat konusunda çeşitli rivayetler var rakam vermeye gerek yok. Önemli olan bu bankanın verdiği meblağın bira markasınınkinin 2 katı olduğu. Bu gerçekten inanılmaz. Değişim her zaman olur, onu yönetmek önemlidir. Bu değişimin takıma etkisi milyon poundlarla ortaya çıkacak. Umarım kısa sürede kulüp dar boğazdan kurtulur.

Carlsberg'in son senesinde de şu formayı alamazsam içimde kalacak:

13 Eylül 2009 Pazar

Cumartesi günlüğü

  • Milli takım, İspanya ile kaç yılda bir karşılaşır, kaçında yener? Benim içimde küçük bir umut vardı. Hatta diyordum ki şampiyon olmayalım da İspanya'yı yenelim yeter. Vazgeçtim yahu. Şampiyon olalım böyle oynamışken.
  • EPL maçları ters vakitteydi hiçbirini takmadım maçlar bitene kadar. Hepsinin sonucuna bakınca ilginç oluyor.
  • Liverpool, deplasmandaki maçları iplemeyen Burnley'ye 4 attı. Yossi'nin hat-trick'i bana 2. Beşiktaş maçını hatırlattı...
  • Diğer 4leyenlerden Sunderland sanki bu sene Avrupa Ligi'ne gidecek gibi. Çatır çatır oynuyorlar.
  • Man City'nin gerçek yüzünü merak edenler için hoş maç Arsenal maçı. City de 4leyenlerden. Adebayor'un Van Persie'ye yaptığı çirkefliğin önde gideni. Bir de artık Arsenal için cicim ayları bitti. Bu sene büyüklerden sağlam dayak yiyecekler öncekilerde olduğu gibi.
  • Chelsea, Tottenham gibi çekirge moduna girmiş artık. Bakalım ne zaman düşecekler. Hep 90'da atmak da olmaz herhalde. Stoke içinse Beattie ve Sorensen'in sakatlıkları büyük şanssızlık. Evlerindeki ilk yenilgiyi aldılar. Tuncay da 65'te girmiş. Ne yapmış ne etmiş haberim yok.
  • Portsmouth'un bu sefer bahanesi yok. Galibiyetsiz Bolton'a içeride yenildiler. Nedense bana Ankaraspor'u hatırlatıyorlar. İlk düşecek takımdır kendileri.
  • Gecenin önemli maçında ise maça iyi başlayan Tottenham, rakibinin Man Utd olduğunu unutmuş sanki. Bir de bütün goller ayrı güzel. Tottenham haftaya Chelsea ile yapıyor. Onların da akıbeti o zaman belli olur. Man Utd ise Van Der Sar gelene kadar krediyi tüketir diyordum. Yanılmışım 1 yenilgileri var şu an.
  • Derbiden önce Manisa-Sivas maçı vardı. Manisa 3-1 aldı nasıl sevindim ama. Sivas küme düşse bari. Manisa da ilk yarı kümede kalmayı garantileyebilir.
  • Derbiyi izleyemedim ama Rıdvan'ın yorumlarına bakacak olursak Beşiktaş oynamış, Galatasaray kazanmış! Bir de Beşiktaş'ın 11'i hatalıymış. Neyse artık bakalım Denizli, CL'de 4. maçı çıkarabilecek mi?
  • Barca ve Real Madrid artık yavaş yavaş oturmaya başlıyor. Barca az atmış ama. Real'de Granero perdeyi açmış CRonaldo da kapatmış.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Sevinç-hüzün karışımı bir duygu

Polonya'da Avrupa'ya açık açık meydan okuyan, ismimizi zihinlere altın harflerle kazıyan 12 cesur yüreğe mi sevineyim yoksa son katıldığı Dünya Kupası'nda 3. olan ve o günden bugüne Dünya Kupası'nın uzağından geçemeyen milli takıma üzüleyim mi karar veremedim.

Türk milli takımının tarihindeki en iyi jenerasyonlarından birini belki de birincisini harcayarak kendi hanesine kocaman bir "0" yazan Fatih Terim'e bir alkış da benden! Ardalar, Semihler değerini katlayacaktı. Oysa şimdi önlerinde bir tek Avrupa Ligi var. Belki de Arda Tottenham yerine Fulham'a gidecek. Ya da Valencia yerine Getafe'ye... Yazık değil mi? Yazık tabi.

Bir de matematiksel olarak şansımız devam ediyormuş! Hadi ordan!

6 Eylül 2009 Pazar

CL kadrosu

Bugün CL'ye katılacak takımların kadro listelerini UEFA'ya vermesi gerekiyordu. Liverpool'un listesi de açıklandı. Açıkçası pek geniş kadro olmadığından kimlerin yerinin garanti olduğu belliydi. Hatta 28 kişiden bir kısmının yedek takımdan seçileceği belliydi. Şimdi 28 kişiye bakarak artık Liverpool'un CL gibi üst düzey bir organizasyona ne derece hazır olduğunu göreceğiz.

Kalecileri değerlendirmeye gerek yok. Her zaman için 3 kaleci seçilir.
Defansa kısmında, Stephen Darby ve Martin Kelly spor olsun diye çağırılmış. Geri kalan defans oyuncularının çoğu oynayacak düzeyde olsa da Johnson haricinde hiçbiri 1. sınıf değil.
Orta sahada Damien Plessis ve Jay Spearing şu an Championship'te orta sıralarda bir takımda oynayacak düzeydeler.
Forvet ise Babel ve Kuyt'ın da forvete yazılmasıyla bayağı kalabalık görünüyor. Ama diğerlerine bakınca David Ngog, David Amoo ve Nathan Eccleston isimleri hiçbir şey çağrıştırmıyor.

Bu oyuncuların seçilmesi gençlere önem verildiğini falan gösterse de Liverpool'un CL kadrosunda 7 tane gedik olduğunu ve yılda 50-60 civarı maça çıkan Liverpool'un asıl kadrosunun 21 kişi olduğunu gösteriyor. Sakatlık olmadan geçen mucize bir sezon için bile 21 kişi çok çok az bunun üstüne bir de Liverpool'un sakatlık bakımından şanssız bir takım olduğunu düşünürsek durum pek iç açıcı değil.

İlk maç da 16 Eylül'de Anfield'da. Konuk Macaristan'ın yegane temsilcisi Debreceni. Star'ın maç programı muhtemelen açıklanmadı. Ama Liverpool'un Beşiktaş'ın ters fikstüründe (salı/çarşamba) olması büyük şans. Lyon maçlarından bir tanesini yayınlarlar diye düşünüyorum.

5 Eylül 2009 Cumartesi

Biçilmiş kaftan Babel

İngiliz futboluna genelleme yapması zor. Genellikle "önceden maç sonucu tahmin edilemeyen, futbolun çok hızlı oynandığı, taraftarların neredeyse uyuyacak gibi maçı izledikleri (Liverpool hariç tabii ki)" gibi genellemeler yapılır çok fazla şeyler söylenemez.

Ben de bir genelleme yapayım dedim. Giderek modernleşen futbola ayak uydurmuş İngiltere. Mesela artık 4-4-2 değil 4-3-3 oynanıyor çoğu yerde. Ama bu 4-3-3 dediğimiz eskiden sadece Inter'in kullandığı bir taktikti. Az orta saha ve çok santrafor ile oynanırdı. Bugünlerde kullanılan 4-3-3 ise 4-5-1'in farklı bir varyasyonu. Kanat oyuncularının biraz daha ileride olduğu taktik diyebiliriz.

Kanat oyuncuları denince akla hız, teknik, top sürme ve orta açma gibi şeyler gelir. Yanlış değildir çünkü kanat oyuncuları sürekli bindirmeler yapıp dibe girdikten sonra orta açan oyunculardır. İspanya, İtalya ve Almanya'da bu böyledir. Ama ilginçtir İngiltere'de artık kanat oyuncuları forvetten yetişiyor. Aslında bu Barça'da bile böyle. Oyun diğer ülkelere göre daha dar alanda oynandığından kanat oyuncuları dibe inip orta açmak yerine ceza sahasına yönlenip gol pozisyonu bulma peşindeler. Bunu da en başarılı yapanlar genellikle forvetten kanada çekilmiş oyuncular yapıyor. Ferguson'un Rooney ısrarı neden acaba? Belki de 2 yıldır gol kralının orta sahadan çıkması bunu gösteriyor olabilir. (Ronaldo'yu biliyoruz ama Anelka'nın orta saha ile ne alakası var? Drogba, hem Scolari hem Hiddink yönetiminde tek forvet oynuyordu. Anelka da Joe Cole'un yokluğunda genelde sağ açıkta oynuyordu.) Aklıma ilk gelen örnekler Kuyt, Henry, Ronaldo, Anelka vs. Örnekleri artırmak mümkün.

Liverpool'da ise sol kanatta sürekli bir istikrarsızlık var. Benayoun ve Riera'nın gol sayısının diğer oyunculardan yüksek olmasının sebebi yukarıda belirttiğim olay. Ancak ikisi de tam bir istikrar yakalayamamış durumda. Bu geçen sezonun başından beri öyle. Peki yukarıda bahsettiğimiz oyuncuların aynı tipinde yani forvet etiketiyle gelmiş ve sol çizgide oynamaya müsait Babel'e ne demeli? Aslında kendisi o mevki için biçilmiş kaftan. Ama gerek Benitez'in üzerinde durmaması gerekse Babel'in umursamaz tavırları Babel'i bu noktaya getirdi. Aslında kendisi Torres kadar hızlı bir oyuncu ve takıma kazandırılabilse soldaki Kuyt'ımız olacak.

Yine ilginçtir Babel Dünya Kupası'nda oynamak için Hollanda takımlarından birine kiralık gitmek istediğini açıkladı. Buraya kadar bir sorun yok ama sorun bu açıklamayı transfer dönemi bittikten sonra yapmış olması. Benim gibi Benitez de şaşırmış bu duruma ama milli maçlar bir geçsin görelim bakalım tehdit işe yarayacak mı? Babel Burnley'ye karşı oynayacak mı?

Mazlumun ahı

Diğer blogcular gibi söze başlayamayacağım. Ya da ekşisözlük'tekiler gibi. Ben Kewell'ı Leeds zamanından falan tanımıyordum. Yaşım yetmediğinden zaten GS-Leeds maçından bir tek "kral attı, Elland Road'da attı"yı hatırlarım. Liverpool'daki zamanında da pek canlı izlemediğim için öyle yorum yapabileceğim bir adam değildi. Ama gözümüzün önüne geldi, Türkiye'ye, Galatasaray'a. Yani Lig Tv'si olmayanlar bile artık her hafta bir şekilde onu izleyecekti. O gün bugündür Kewell'a hayranım. O kısımdan şüpheniz olmasın yani.

Ama araştırdık ettik, Leeds'te döktüren, İngiltere'yi ayağa kaldıran adam Liverpool'da neden bu kadar az tutundu ya da neden sözleşmesi uzatılmadı bir cevap bulmaya çalıştık. Ama sanki Kewell muhabbeti konuyu farklı bir yere taşıdı gibi. Neyse devam edelim görelim.

Leeds'in genç yıldızı ve kaptanının hayallerinde Liverpool varmış. Leeds'e gelen teklifler arasında Barcelona, Real Madrid, Man Utd, Arsenal gibi ekiplerin bulunmasına rağmen o mütevazı insan, diğerlerine göre mütevazı takım Liverpool'u seçmiş. Houiller, Kewell için 8M£ önermiş. Ama Houiller zaman zaman orta sahada ve sağ kanatta görev vermişse de 36 lig maçı oynayarak alnının akı ile sezonu tamamlamış. Gel gelelim Benitez'e. Benitez döneminde Kewell'ın üzerine sanki kara bulutlar çökmüş. Sakatlıklar peşini bırakmazken sakatlıklardan arta kalan zamanlarda ise İspanyol Kewell'ı pek tercih etmemiş. Zaten son senesinde artık Kop'un bir bölümü bile Kewell'ı sahiplenmeyip kendisine masraf gözüyle bakıyormuş. Kewell rüyalarının kulübünden artık ayrılma vaktinin geldiğini anlamış. İngiltere'yi ve 7 numarayı rafa kaldırarak işe başlamış. Roma'dan gelen teklif her ne kadar cazip olsa da Roma işi ağırdan alınca o da 2000'de de 1 kez geldiği İstanbul'a gelmiş. Hikayeyi İstanbul'a bağlamak gerekirse o kısım burası. Ama yine Liverpool'dan lafa devam.

Bakıyorum da transferlere Luis Garcia, Smicer, Zenden, Mark Gonzalez derken hiçbir sol kanat oyuncusu (aralarında en yararlı olan Luis Garcia o da tam kanat değil) adam akıllı form tutturamamış ve bugüne kadar Rafael Benitez'in en çok önemsediği bölge sol kanat olmuş. Bu doğrultuda alınan Riera, Babel ve Leto'nun ne olduğu muamma. (Leto zaten gitti bile) Sanki Kewell'ın ahı tutmuş da Benitez acı çekiyor gibi. Hangisini sola çekse bir sorun çıkıyor. Başarısını en çok istediği vatandaşı Riera bile o kadar gol atmasına rağmen halen sallanıyor. Diyorum da Kewell şu haliyle Liverpool'da 60 dakika oynayıp yerini Babel'e bırakamaz mı?