3 Haziran 2012 Pazar

Her yönüyle Dirk Kuyt transferi


6 yılda bizle ağlayıp, bizle gülen içimizden biri olan Dirk Kuyt bugün itibariyle Fenerbahçe'nin sözleşmeli oyuncusu. Bu süre zarfında kırmızı forma altında 285 maça çıkıp 71 gol kaydeden Hollandalı'yı elbette unutmayacağız. Ama ben onu daha çok hat-trick yaptığı Man Utd maçıyla, Cardiff maçında attığı golle ve bitmek tükenmek bilmeyen enerjisiyle hatırlayacağım.


Şampiyonlar Ligi'ne gitmek için iddialı olan Fenerbahçe açısından böyle bir oyuncu adeta kaymaklı ekmek kadayıfı. Hem sağ kenarda hem ileri uçta oynaması olsun, hem kafa toplarına hakimiyeti olsun, hem de defansa yardıma gelmesi olsun her anlamda Fenerbahçe'ye yararlı olacaktır. Üstelik Premier Lig'de 208, Şampiyonlar Ligi'nde 38, milli takımlar düzeyinde 88 maça çıkmış birinin takımda yer alması diğer bütün oyuncular için de ekstra motivasyon. Oyun tarzı ve kariyer olarak Elmander benzeri bir etki göstereceğini tahmin ediyorum.


Liverpool açısından ise 18 milyona gelmiş olan bir oyuncuyu 1 milyona göndermek elbette üzücü. Ancak ben 6 yılda Liverpool'un Kuyt'ten fazlasıyla yararlandığını düşünüyorum. Ayrılığında iki tarafın da kırılmaması güzel oldu açıkçası. Kuyt önümüzdeki ay 32'sine girecek ve kabul etmeliyiz ki bu sezonki performansı öncekilere göre daha düşüktü. Belki sonraki seneler beklenen performansı ortaya koyamayabilirdi. O yüzden yedeğe düşüp mutsuz olmadan, hatta Euro 2012 kadrosuna seçilerek ayrıldı Kuyt.




Fenerbahçeli arkadaşlarıma ise endişe etmemelerini ve Kuyt'ün son yıllarının tadını çıkarmalarını tavsiye ediyorum. Ve ekliyorum Dirk Kuijt diye yazılır "Dirk Keüyt" diye okunur. Dikkat ederseniz beni de sevindirirsiniz :)

18 Mart 2012 Pazar

Wembley'ye dönüş


Diğerinin sıcaklığı henüz kaybolmamışken bir ulusal kupada daha Liverpool Wembley'nin yolunu tuttu. Malumunuz Federasyon Kupası'nın final maçının yanı sıra yarı final maçları da Wembley'de oynanıyor. Böylece Liverpool 1,5 ay arayla Wembley'ye tekrar çıkmış olacak. Ligdeki 7.lik her ne kadar iç karartıcı da olsa Liverpool için müzeye bir gümüş daha katmak taraftarın gönlündeki yarayı bir nebze olsun hafifletecek. Bu açıdan Federasyon Kupası da önemli.


Liverpool'un yarı finaldeki rakibi ise 27 martta rövanşı oynanacak olan Sunderland-Everton eşleşmesinin galibi olacak. İki takımla da daha bir hafta önce maç yapmamız bizim için avantaj. Kupada Sunderland bir adım önde gibi görünse de galibi şimdiden öngörmek zor. Bizim açımızdan bakacak olursak Dalglish'in Sunderland mağlubiyetinden dersler çıkardığına şüphem yok. Olası bir Everton eşleşmesi ise oldukça keyifli olacak. 3-0'ın anıları tazeliğini koruyor Evertonlılar için.

14 Mart 2012 Çarşamba

Steve Gerrard Gerrard



"Steve Gerrard Gerrard
He'll pass the ball forty yards
He's big and he's fuckin' hard
Steve Gerrard Gerrard"


4 maçtır galip gelemeyen, fazlasıyla ruhsuz ve formsuz bir takımı bu derbiye mükemmel bir şekilde hazırlayan Kenny Dalglish'e sonsuz teşekkürler.


Federasyon Kupası'ndaki Brighton & Hove Albion maçında 76 dakika beraber oynayan Gerrard, Suarez ve Carroll üçlüsü için "Liverpool'un başarısının tek şartı" demiştim. Bu maça kadar bahsi geçen üçlü ligde 3 maçta toplam 56 dakika sahada beraber oynamışlar. Bugünkü maç da bize bu üçlünün sahada kalmasıyla Liverpool'un başarısının doğru orantılı olduğunu gösterdi.


İki takımın form grafiklerini karşılaştırdığımızda ilginç bir tablo ortaya çıkıyor. Ev sahibi Liverpool son 11 maçında 2 galibiyet almış. Everton ise 7 maçtır yenilmiyor. Üstelik son 7 maçta yendikleri takımlar Man City, Chelsea ve Tottenham. İşte böyle başarılı sonuçlar alan bir takımı da derbide alt etmek kolay değil.


Maçın başı, ortası ve sonunda tamamen Liverpool'un hakimiyeti vardı diyebiliriz. İlk yarının belli bölümlerinde Everton'ın da atakları oldu fakat genel olarak böyleydi. Takımın tüm oyuncuları mükemmel performans ortaya koydular. Carroll tam 8 kafa topu aldı, Enrique tamamen kusursuz bir oyun oynadı. Daha da önemlisi Suarez mental olarak sahadaydı ve alışkanlıklarının aksine tam 2 asist yaptı.


Ve Gerrard. Kaptan Fantastik. Sahanın her yerindeydi bugün. Yeri geldi ceza sahasından takıma top dağıttı. Yeri geldi rakip kaleye en yakın adam oldu. Yeri geldi Enrique'nin kademesini doldurdu ve yeri geldi "40 yardlık pas" attı. Bugün canlı bir futbol dersi vardı sahada. Belki de Liverpool'un ihtiyacı olan tek şey buydu. Bir kıvılcım ve gerçek bir lider. Yılların değil fakat sakatlıkların yıprattığı bir efsaneyi özlemiştik. Belki hiçbir zaman eskisine dönemeyecekti. Newcastle maçında bize bir resital sunmuştu ama o günden bu yana sessizdi. Fakat dostlarım bugün eski Gerrard vardı sahada. Bitmek tükenmek bilmez enerjisiyle, West Ham'a uzatmalarda, Man Utd'a frikikten gol atan ve her şeyden öte varlığını Liverpool'a adamış bir taraftar olan Gerrard'dı sahadaki. Sağlıklı bir Gerrard futboldaki en güzel şey. Ve biz ona sahip olduğumuz için çok şanslıyız.


Bir Gerrard şarkısıyla başladık yazımıza. Yine bir Gerrard şarkısıyla bitirelim:


"Steven Gerrard is our captain
Steven Gerrard is a red
Steven Gerrard plays for Liverpool
A Scouser born and bred."

10 Mart 2012 Cumartesi

Kötü gidişe devam


Kenny Dalglish koltuğu devralır almaz ilk hamle olarak savunmayı toparlamaya çalıştı. Steve Clarke'ın da yardımlarıyla çeşitli uygulamalarla Liverpool hem defans olarak hem de takım savunması olarak birkaç seviye atladı. Bu uygulamalardan en temeli savunmayı ve takımı toplu halde daha geride tutmaktı. Takımın en uçtaki oyuncusu santra çevresinde olacak şekilde diziliyordu oyuncular. Bu diziliş Liverpool'u ligde en az gol yiyen takımlardan biri haline getirdi bu konuda hiçbir tereddüdüm yok. Ancak daha önce belirttiğim gibi takımı da blok halinde rakip kaleden uzak tutuyordu. Pek çok maçta oyuncular rakip kaleye ulaşana kadar yoruluyorlardı. Nitekim Liverpool birkaç yıldır kolay gol atan bir takım haline bir türlü gelemedi.


Bugün ise fazlasıyla geride olan defans çizgisinin üstüne bir de defanstan olabildiğine uzak olan bir orta sahamız vardı sahada. Geçmişte Lucas'ın üstün gayretleriyle bu iki blok arasında bağlantı kurabiliyorduk. Ancak elinizde dünya çapında orta saha oyuncularınız yoksa bu da sıkıntıya giriyor. Ya da Stoke gibi oynayacaksınız ki defans ile orta sahanın arasının bir önemi kalmasın. Kendimizi Stoke ile karşılaştırmak abesle iştigal olacak ama şu an Liverpool ile Stoke City arasındaki puan farkının 3 olduğunu söylesem kızmazsınız umarım.


Başı ile gövdesi ayrı oynayan bir Liverpool ve topu kanatlara yaymaktan başka pek bir şey düşünmeyen Sunderland vardı sahada. İki takım da orta sahada bol bol top kaybı yaparken nadiren ceza sahasına girmeye yeltendiler. Bardsley hücumunu feda edip Bellamy'nin başından ayrılmazken Suarez kendisini Sunderland defanslarının oluşturduğu çemberin içinde buluveriyordu. Böyle böyle dakikalar eridi gitti. Ben maçın 40 gün 40 gece sürse de golsüz biteceğini düşünürken ilginç bir olay oldu. Reina yıllar önce yine bir Sunderland maçında Bent'ten yediği gol kadar saçma bir gol yedi. Yine hatası yoktu ama buna da bahtsızlık diyorlar işte.


Son yıllarda izlediğim en saçma maçlardan biriydi. Liverpool oldukça da kötü bir futbol oynadı. Ama bu sezon o kadar çok kötü maç izledim ki hangisi en kötüydü ayırt etmekte zorlanıyorum. Sahadaki oyuncuların isimleri ve takımın oyun stili değişse de Liverpool en az Hodgson'ın zamanları kadar kötü futbol oynuyor. Son 11 lig maçında 2 galibiyet aldık ve 9 yıldan sonra ilk defa 3 maç üst üste mağlup olduk. Şu anki durum ligdeki 7.liğin de garanti olmadığını gösteriyor. Liverpool'un en yakın rakibi Sunderland ile arasında 2 puan var. Avrupa Ligi'ni garanti olması ve takımın Federasyon Kupası'nda devam etmesi Liverpool'u daha da alt sıralara sürükleyebilir.

5 Mart 2012 Pazartesi

Villas-Boas


Tercüman olmak, Portekizli olmak, Porto'yu ligde ve Avrupa Ligi'nde şampiyon yapmak bir teknik direktörü Mourinho yapmak için yeterli değil. Mourinho'yu özel kılan değerlerin başında sarsılmaz otoritesi, sıradışı basın açıklamaları, olağanüstü egosu ve tabii ki lig-iklim-kadro tanımaksızın başarılı olması geliyor. Villas-Boas'ın Porto'daki başarısının arkasında takım ruhunu oluşturmak ve oyuncuların her birinden maksimum verim almak vardı. Abramoviç yeni Mourinho bulma sevinciyle Villas-Boas'ın tazminatını cebinden ödedi. Ancelotti'nin tazminatını da eklediğimizde bu uzun vadeli yatırımından yalnızca 8 ayda vazgeçmesi onun sabırsızlığını gösteriyor.

Olayı yalnızca Chelsea'nin ya da Torres'in başarısızlığıyla yorumlamak büyük bir hata olur. AVB geldiğinden beri saha içinden çok saha dışı ve soyunma odasında terledi. Kısa vadede Lampard'ı, uzun vadede Terry'yi takımdan kesmeyi planladığı fark edildikten sonra takımda kendisine karşı bir lobi oluştu. Bu adamlar zaman zaman soyunma odasında menajerden daha çok konuşan isimler. Chelsea'nin başarılı olması için bu ikilinin yavaş yavaş takımdan uzaklaştırılması gerektiği, su götürmez bir gerçek. Ancak onları uzaklaştırmak da her babayiğidin yapacağı işler değil. En azından Şampiyonlar Ligi finali ya da Premier Lig şampiyonluğu bu konuda AVB'nin elini güçlendirebilirdi. Ama o daha sezon sonunu bile beklemeden fikirlerini ortaya koyunca "derin Chelsea"den kovulmasıyla sonlanan bir tepki gördü.

Bu süre zarfında 40 resmi maç yapan Chelsea bunlardan 19'undan galibiyetle ayrılmış. %47,5 oranı, AVB'nin Porto'sundaki %88'i düşününce oldukça düşük bir rakam. Şimdi sezon sonuna kadar takımın başında yardımcı antrenör Roberto Di Matteo olacak. Yazın ise Chelsea'nin yeni menajeri takımı devralacak. Yaklaşık bir hafta kadar önce Londra'ya gelen Mourinho İngiliz basınında favori olarak gösteriliyor. Ancak şimdilik bunlar varsayımdan öte bir şey ifade etmiyor.

3 Mart 2012 Cumartesi

Adını sen koy


Futbolda ne kadar iyi oynarsa oynasın bir takım gol atamıyorsa onun hiçbir değeri yoktur. Evet bugün Liverpool maçı domine etti. Evet bugün Liverpool Arsenal'i kendi yarı sahasına hapsetti. Ama bunların hiçbir önemi yok. Gazeteler Van Persie'yi manşete taşıyacak. Yorumcular Szczesny'yi konuşacak.


Suarez'in tiyatral oyunu, penaltının kaçması ve direkten dönen bir top sonucunda bu maçı sezonun özeti olarak ilan ettiğimde dakikalar 25'i gösteriyordu. Sezonun şu ana kadar olan kısmını tek maçta özetleyecek olsaydık o maçı Liverpool'un kaybetmesi gerekirdi. Nitekim öyle de oldu. Van Persie'nin bireysel yeteneği maçı Arsenal'e getirdi. Üstelik her maç onlarcası yapılan hatalardan sadece 2 tanesinin sonucunda. Bu kadar iyi oranla oynayan bir forvete sahip olsaydık kim bilir ne haldeydik şimdi.


Elindeki tek tesellisi Anfield'da yenilmemek olan Liverpool bu maçla onu da kaybetmiş oldu. Araya Lig Kupası'nı sıkıştırdığımıza bakmayın. Liverpool'un ligdeki formu içler acısı. Son 10 maçta sadece 2 galibiyet alıp 7. sıraya demir atmış durumdayız. Bu satırlar yazılırken Stoke karşısında 1-0 geride olan Norwich ile aramızda 4 puanlık bir fark var. Ayrıca eskiden büyük takımlara karşı büyük oynayıp, küçük takımlara puan kaybeden takım olarak aklımızda yer edinen Liverpool, bu kimliğinden de iyice uzaklaşmış durumda. İlk 6 takımlarına karşı yapılan 10 maçta 3G 3B 4M gibi bir sonuç var elimizde.


Liverpool oyun olarak belli standartların üstünde oynuyor ama eldeki durum sadece kadronun değil kulübün de alınan sonuçlar doğrultusunda sıradanlaştığını gösteriyor. Ülkenin en çok Avrupa Kupası kazanan ve 2. en çok lig şampiyonluğu kazanan takımının bu durumda olması beni de fazlasıyla üzüyor.

26 Şubat 2012 Pazar

Kupa bizim!


Wembley'de bir maça çıkıyorsanız maçta favori olmadığını bilirsiniz. Baştan sona çekişmeli bir maç oldu. Ama kabul etmek lazım Cardiff City 90 dakika sonunda maçı hak eden taraftı. Önce Kenny Miller, hemen sonra Luis Suarez altın fırsatları tepince uzatma devrelerini izlemek de nasip oldu. Kuyt dengesiz bir vuruşla takımını öne geçirdiğinde dakikalar sonra bir topu çizgiden çıkaracağından haberdar değildi. Ama Turner'ın vuruşunu çıkaramadı.



Penaltı atışları oyuncuların teknik birikimi, yeteneği ya da tecrübesiyle alakalı değildir. Oyuncunun o anki mental durumu ve ruh haline bağlıdır. Liverpool'un bu sezon defalarca penaltı kaçırmasının da bugün ilk 2 penaltıyı kaçırmasının da altında bu sebep yatıyor. Ancak maç boyunca ayakta kalan ve Liverpool'a karşı müthiş bir direnç gösteren Cardiffli oyuncuların 3 penaltı kaçırması beni fazlasıyla şaşırttı. Ve Steven Gerrard'ın kuzeni Anthony Gerrard'ın kaçırdığı penaltı bize son derece dramatik anlar yaşattı. Penaltıyı kaçırdıktan sonra Anthony gözyaşlarına boğuldu. Önce Reina sonra Steven Gerrard onu teselli etti. Futbol sahalarında eşine az rastlanır görüntülerdendi.


Maç hakkında da ufak bilgiler verecek olursak Liverpool Downing dışında ideal bir kadro ile sahadaydı. Downing her ne kadar stadda maçın adamı seçilse de her zamanki kötü oyununu ortaya koydu. Suarez ise geldiğinden beri en kötü oyununu oynadı. Kendisini sahaya vermekte zorlanıyor. Umarım bir an önce kendisini toparlar.



Lig Kupası'nı en fazla kazanan takım olan Liverpool, 9 yıl sonra bu kupayı tekrar kazandı. Bu şampiyonluk Exeter City, Brighton & Hove Albion, Stoke City, Chelsea, Manchester City'yi eleyen Liverpool'un 8. şampiyonluğu oldu. Gerrard ise 6 yıl sonra bir gümüş kupayı kaldırmış oldu. En son 2006'da Federasyon Kupası'nı kazanmıştı.



23 Şubat 2012 Perşembe

İngilizler nereye koşuyor?


21. yüzyılda Şampiyonlar Ligi'nde İngiliz hegemonyasının başladığı zamanlar tam olarak İtalyanların güç kaybettiği ve bir süre sonra şike skandalıyla dibe vurduğu yıllara denk geliyor. Liverpool'un şampiyon olduğu 2005 yılı ve bu yılı takip eden 4 yıl boyunca İngilizler tam anlamıyla Şampiyonlar Ligi'ne damgasını vurdu. 5 yıl boyunca 12 yarı finalist, 6 finalist ve 2 şampiyon çıkaran İngilizler artık Şampiyonlar Ligi'nde "eski gücünde değil". 2009-10 sezonunda son olarak 2 takımını çeyrek finalde bırakan İngiltere, geçtiğimiz sezon ev sahipliği yaptıkları finale Manchester United'ı çıkarmayı başardılar. Ancak bu, kendi sahalarında İspanyolların şampiyonluğunu izlemelerine engel olamadı.


Geçtiğimiz iki sezonda gözle görülür bir düşüş yaşayan İngiliz ekipleri bu sezon tam manasıyla dibe vurdu. 4 takımdan Manchester ekipleri henüz gruplarda Avrupa Ligi biletini kesti. Gruplardan çıkan Arsenal ve Chelsea ise ilk maçlar sonunda çeyrek final şansını mucizelere bırakmış durumda.


Milli takımlar düzeyinde yıllardır başarıya aç olan İngilizlerin kulüpler düzeyindeki gidişatı da hiç iyi görünmüyor. Lig içi dengeleri korusalar da Kıta Avrupası'na söz geçirmek için daha fazlasına ihtiyaçları var. Bakalım bu yolun sonu nereye varacak?

9 Şubat 2012 Perşembe

Redknapp üzerine


Lise tarih derslerinden arta kalan bilgilerime göre olayların bir görünen sebebi, bir de asıl sebebi vardır. İşte Terry'nin kaptanlığı konusu Capello'nun gidişinin görünen sebebidir. Asıl sebebiyse İngilizlerin yıllardır süregelen "yerli menajer" sevdası. Sven-Göran Eriksson'un başını da yakan bu sevda, sayısız başarısına rağmen geldiği günden beri Capello'nun adeta kamburu olmuştu. Bu önyargıya rağmen 42 maçta 28 galibiyet alarak elde ettiği %66,7 galibiyet yüzdesi ile İngiltere milli takımı tarihinin en başarılı menajeri oldu.


Şimdi yazarlar, futbolcular birlik edip İngiliz menajerin gerekliliğinden dem vurmuş, Harry Redknapp'ı önermişler. Evet düşünün onlarca, yüzlerce, binlerce insan Capello'nun gidişine tepki göstermemiş, onun yerine menajer bulmaya çalışmışlar. Hikayenin bu kısmı bizim Hiddink'i yolladığımız dönemlere benziyor. Kimse başarısızlığın nedenlerini araştırmamış, herkes Hiddink'in yerine isim arayışlarına girmişti.


Harry Redknapp'ın Portsmouth-Southampton-Portsmouth-Tottenham dönemlerini mercek altına aldığımızda çalıştırdığı takımları yüzüstü bırakmasını normal karşılıyoruz. Bunun doğrultusunda İngiltere milli takım menajerliğine göz dikmiş olması gerekiyor. Ancak ben bu kez Redknapp'ın görevini yarım bırakmayacağı kanaatindeyim. Tottenham'ın vizyonunun genişlemesinde büyük pay sahibi olan Redknapp, başarılı olup olmayacağı belli olmayan bir takımı devralmayacaktır. Üstelik Euro 2012'ye birkaç ay kala. Zaten bugünkü açıklamasıyla da şu anki tek düşüncesinin Newcastle maçı olduğunu belirtti.


Federasyon 29 şubattaki Hollanda ile yapılacak olan dostluk maçında takımın başında U21 takımın menajeri Stuart Pearce'in olacağını duyurdu. Kim bilir mart ayında belki de Hiddink'i İngiltere'nin başında görebiliriz.

7 Şubat 2012 Salı

LFC-Tottenham


İlk önce şunu kavramak gerek: Tottenham bu sezon şampiyonluğa oynayan 3 takımdan biriydi. Önceki puan kayıpları Tottenham'ı tabii olarak şampiyonluktan uzaklaştırsa da şu anki durum ilk 3'teki yerinin sağlam olduğunu gösteriyor. Ayrıca Tottenham'ın Liverpool'a karşı son 3 maçta galibiyet aldığını da söylemeliyim. İşte böyle bir takımdan alınan 1 puan daha da değerli oluyor.


Maçın akışında iki takımın da gole yaklaştığı durumlar oldu ancak beraberliğin iki tarafı da üzmediği kanaatindeyim. İlk yarı Walker'ı etkisizleştiren Johnson, kendi kanadına gelen Bale'in ataklarını kesmekten de geri durmadı. Bale'in top sürdüğü ataklar genellikle Spearing ve Johnson arasındaki kademe boşluğundan geldi. Kanat savunmaları bu kadar etkiliyken Tottenham elbette sıkıştı kaldı. Ancak Liverpool'un bir golü her şeyi değiştirmeliydi. Liverpool da ataklardan boş dönünce ortaya tenis maçını andıran bir görüntü çıktı.


Johnson ve Gerrard takımı ayakta tutan isimlerdi. Fakat Adam için ayrı bir parantez açmak gerek. 2. yarı dominant bir oyun ortaya koydu. Paslarıyla kanat oyuncularını yönlendirdi. Bugün ortalar biraz daha başarılı olsaydı Charlie Adam daha çok göze batacaktı.


Genel bakışa göz attığımızda ise Liverpool'un Şampiyonlar Ligi biletinden uzaklaşması önümüzdeki iki maça bağlı. Tottenham ise bu maçla beraber 3.lüğü sağlamlaştırdı. Son olarak Liverpool 12. Anfield maçında 8. beraberliğini alarak otoriteleri şaşırtmadı.


Fotoğraf maç sırasında sahaya giren kediye ait.

1 Şubat 2012 Çarşamba

Şubat girizgâhı


Adam'ın asistleri, Carroll'ın uzun zaman sonra iyi bir oyun ortaya koyması, Bellamy'nin her zamanki performansı... Daha da önemlisi bir alt sıra takımına karşı alınan 3 gollü galibiyet. Ocak ayını da bu maçla tamamladık. Toplam 8 maç sonunda (bu 8 maç sonunda Suarez de cezasını tamamlamış oldu) 4 galibiyet, 2 beraberlik ve 2 mağlubiyet aldık. Bu sürede Man City'yi Lig Kupası'ndan eleyerek finale yükseldik. Federasyon Kupası'nda ise Oldham ve Man Utd'ı eledik. Ocak transfer dönemini transfersiz kapattığımıza göre kalan 4 ayda eldeki malzemeyi nasıl verimli kullanabileceğimizi tartışabiliriz.


Kenny Dalglish'in 2. döneminin en başarılı transferi olan Steve Clarke önderliğinde takım savunmasında önemli aşama kateden Liverpool, şu an itibariyle ligin en az gol yiyen 2. takımı konumunda. Ancak Liverpool'u Şampiyonlar Ligi biletinden uzak tutan sebep gol atamamak. Futbolun temel amacı "gol" olmayınca küçük takımlara karşı bile olsa istemediğiniz sonuçlarla karşı karşıya kalabiliyorsunuz. Üstelik transferler için milyonlar harcayan Liverpool'un en fazla verim aldığı transferin bedelsiz olarak takıma katılan Bellamy olması hem ironik hem epik. 35 milyonluk Carroll 28 maçta 5 gol atarken Bellamy'nin 24 maçta 9 gol atması transferde biraz daha seçici olmamız gerektiğini anlatıyor aslında. Son zamanlarda form durumu biraz daha iyileşse de Suarez'in yokluğunda Carroll'ın daha fazla katkı sağlaması gerekirdi. Artık Suarez döndü ve daha verimli bir partnere sahip. Umarım şubat ayı ile beraber bu ikili ihtiyaç duydukları enerjiyi takımın gençleri (!) Bellamy ve Gerrard'dan alır.


Kenny Dalglish'in bir taktik dehası olmadığını söyleyebilirsiniz. Oyuncu ve diziliş tercihlerini sabaha kadar tartışabiliriz. Ancak onun iyi bir mentor olduğu su götürmez bir gerçek. Oyuncularını motive eden, onları ruhsal gel-gitlerden kurtaran, rakiplere karşı nasıl mental reaksiyon göstereceklerini onlara gösteren bir akıl hocası Dalglish. Büyük takımlara karşı Liverpool'un başarılı performans göstermesinin perde arkasındaki sebebi budur. Küçük takımlara karşı kaybedilen puanlar ve Anfield'daki akılalmaz beraberlik serisinin de bu sezon olmasa bile gelecek sezon Dalglish'in gayretleriyle aşılacağından şüphem yok.


Geride kalan 23 haftada da gördük ki bu ligde 3-5 puanın hiçbir önemi yok. Stoke City, Sunderland, Everton gibi takımların sürprizlerine şahit olmaktayız. Birkaç maçta 8-10 gibi puan farklarının su gibi eriyip gittiğini yıllardır gördük, görmekteyiz. Üstelik önümüzdeki ilk 3 lig maçının Tottenham, Man United ve Arsenal'a karşı olduğunu düşününce Liverpool'un ligde birkaç sıra yükselmemesi için hiçbir sebep göremiyorum.

28 Ocak 2012 Cumartesi

Wembley rüzgarı


Yine bir Federasyon Kupası maçı, yine Manchester United maçı ile başlamıştı Dalglish'in 2. dönemi. O gün takım yeterince iyi değildi. Man Utd, 60 dakika 10 kişi oynayan Hodgson'ın enkazını ancak 1-0 yenebilmişti. Bugün daha farklı bir Liverpool vardı sahada. Hodgson zamanında transfer edilen tüm oyuncuların gönderildiği bir Liverpool. Henüz 3 gün önce bir başka Manchester ekibini Lig Kupası'ndan eleyen bir Liverpool.


Dalglish'in oyuncu ve diziliş tercihleri tartışılır şüphesiz. Ancak sınırı korumak gerek. 3 stoperli ve yeterince geride oynayan bir takımda neden Carroll'ın oynadığı sorgulanabilir. Fakat bugün Carroll'ın takıma yarar sağladığını inkar edemeyiz. Evet bu pahada bir oyuncu için yarar sağlamak yeterli bir ölçüt değil ancak Suarez'in yokluğunda sergileyebileceği en iyi oyunlardan birini sergiledi. Bellamy'nin yedek kalması Man City maçıyla alakalıydı. Bu aslan parçasının 32 yaşında olduğuna kimse inanmazdı eğer bugün ilk 11'de oynasaydı. Ama o da insan ve ciğerleri her ne kadar diğer futbolculardan daha kuvvetli de olsa vücudu 3 gün içerisinde 180 dakikayı kaldırabilecek durumda değil.


Liverpool'un oyun hattı bugün fazla gerideydi. En ilerideki Carroll bile orta sahaya kadar geldi çokça. De Gea bugün hediye etmese 2. maçı Old Trafford'a taşırdık büyük ihtimal. 1. gol için pek bir şey söyleyemem. Çünkü De Gea üçü Liverpool, dördü Man Utd oyuncusu olmak üzere toplam 7 oyuncu tarafından marke ediliyordu. Ancak 2. golde kabul etmeliyiz ki top De Gea'nın içinden geçti. Bu çizgide devam ettiği sürece Man Utd'da fazla süre alamadığı gibi kendisine İspanya yolu da görünmüş olur. 2. golde Reina'nın pasının Evra'nın alanına düşmesi ve Kuyt'ün golünü ilahi adalet olarak görmemek lazım. Evra maç boyu ıslıklandı, yuhalandı. Motivasyon kaybı yaşadı. Yaptığı top kayıplarıyla beraber bu gol de onun göstergesi.


Salı günü Wolves maçı var ve puan kaybedeceğimize adım gibi eminim. Ama iki kupada devam etmek bir takım için oldukça iyi bir durum. Üstelik yılların kupa beyi Man Utd'ın ocak ayında Şampiyonlar Ligi, Lig Kupası ve Federasyon Kupası'ndan, hepsinden, elendiğini düşününce...

12 Ocak 2012 Perşembe

Wembley yolları


Kasım 2010'dan beri kendi evinde bütün maçlarda gol atan bir takım, aralık 2010'dan beri kendi evinde sadece 1 yenilgi alan bir takım (o maç da 3 gün önce oynandı)... Üstelik 8 gün önce aynı stadda 3-0 yenilmişsiniz. 13. dakikada gol atınca ister istemez geri çekiliyorsunuz. Tabii yine de bunlar 6-3-1 formasyonuyla oynamanın geçerli bir sebebi değil.


Şaka bir yana Liverpool maçın 70 dakikasını kontrollü bir şekilde elinde tuttu. Ama son 20 dakikada tamamen savunma yapınca akıllarda hep o savunma kaldı. Ben şahsen böyle bir savunmayı en son malum Barcelona-Inter maçında görmüştüm. Enrique girdi, Johnson stopere geçti. Carragher girdi ve toplamda 6 defans oyuncusu vardı.


Elbette 3 günde bir maç yapmak kolay iş değil ama hem Premier Lig hem de diğer kupaları hedefleyen ve kadro derinliğiyle övünen bir takım için bunlar bahane değil. Man City uzun bir aradan sonra sadece rakibe değil yorgunluğa da feci yenildi. Rotasyon yaptıkları halde bu durumda olmaları ligin sonunu getirip getiremeyeceklerine dair bir soru işareti oluşturdu. Ayrıca Toure kardeşlerin Afrika yolculuğu, Kompany'nin cezası City'yi bu kadar etkilememeliydi.


Yıllardır İngiliz futbolunun en büyük sorununun hakemler olduğunu söyler dururum. Sanırım bu sezon zirve yaptılar. Bir hakemin kararı diğerini tutmuyor. Aynı hakemin aynı hareketlerde verdiği kararlar farklı oluyor. Bugün yine bir benzeri sahnelendi Etihad'da. Kompany'nin Man Utd maçında haksız bir şekilde kırmızı kart görüp 3+1 maç ceza almasını sağlayan hareketin aynısını Glen Johnson bugün uzatma dakikalarında Lescott'a yaptı. Hakem durumu faulle geçiştirdi. Çift ayakla dalma var ancak temas yok. Sarı kart uygun bir karar olabilir. Ancak hem Chris Foy'un hem Lee Mason'ın kararları iki ayrı uçta. Umarım yakın zamanda karar alma olayını bir standarda oturturlar.


Lucas sezonu kapattı, Spearing bugün sakatlandı ve çıkmak zorunda kaldı. Suarez'in oynamayacağı 6 maç daha var. Bu bahsettiğim aksilikler olmasa bile Liverpool'un kadroyu güçlendirmesi gerekirken transfer sezonunun 11. gününü de sessiz geçirmek bana biraz saçma geliyor. Umarım bir an önce güzel takviyelerle takım süslenir. Ayrıca Liverpool resmi sitesi maçın adamını Agger seçmiş. İtiraz edecek değilim ama bence Johnson olmalıydı.


Rövanş: 25 Ocak 21.45 Anfield

4 Ocak 2012 Çarşamba

Man City-LFC (maç sonu)


En başta ilk 11 için yanlış oyuncu tercihleri, Downing'in tutmayan ortaları, Kuyt'ün verimsiz oyunu, Carroll'ın kafa topu alamaması, Charlie Adam'ın kabız oyunu... Hangimiz şaşırdı ki bunlara? Ortalama bir Liverpool maçında görmeye alıştığımız şeyler aslında. Bir tek bugün skor biraz fazlaydı. Onu da Reina'nın yağmurdan dolayı yaptığı hataya ve hakemin skandal penaltı kararına verelim.


Maçı izlemeyenleri Liverpool'un %64 ile topa sahip olduğuna inandırmak zor olacak. Maç boyunca ara ara City ama çokça Liverpool hücum etti. Birazcık az yağmur yağsaydı 0-0'lık sıkıcı bir maç ortaya çıkacaktı aslında.


Gerrard, ve Bellamy ilk 11 başlasaydı, Reina hata yapmasaydı, bla bla bla... Bunları da tartışmanın sırası değil aslında. Ben Kenny Dalglish'in zeki bir adam olduğuna inanıyorum. Suarez ve Lucas'ın olmadığı bu zorlu günlerde daha iyi kadrolarla sahaya sürebilir takımı. Downing, Adam ve özellikle Carroll'ın performanslarının farkında olduğuna adım gibi eminim. Umarım kalan maçlarda buna uygun bir şekilde takımı hazırlar ve sahaya sürer. Tek dileğim şimdilik budur. Çünkü ocak ayında Man City ile oynanacak daha iki maçımız var.