18 Mart 2012 Pazar

Wembley'ye dönüş


Diğerinin sıcaklığı henüz kaybolmamışken bir ulusal kupada daha Liverpool Wembley'nin yolunu tuttu. Malumunuz Federasyon Kupası'nın final maçının yanı sıra yarı final maçları da Wembley'de oynanıyor. Böylece Liverpool 1,5 ay arayla Wembley'ye tekrar çıkmış olacak. Ligdeki 7.lik her ne kadar iç karartıcı da olsa Liverpool için müzeye bir gümüş daha katmak taraftarın gönlündeki yarayı bir nebze olsun hafifletecek. Bu açıdan Federasyon Kupası da önemli.


Liverpool'un yarı finaldeki rakibi ise 27 martta rövanşı oynanacak olan Sunderland-Everton eşleşmesinin galibi olacak. İki takımla da daha bir hafta önce maç yapmamız bizim için avantaj. Kupada Sunderland bir adım önde gibi görünse de galibi şimdiden öngörmek zor. Bizim açımızdan bakacak olursak Dalglish'in Sunderland mağlubiyetinden dersler çıkardığına şüphem yok. Olası bir Everton eşleşmesi ise oldukça keyifli olacak. 3-0'ın anıları tazeliğini koruyor Evertonlılar için.

14 Mart 2012 Çarşamba

Steve Gerrard Gerrard



"Steve Gerrard Gerrard
He'll pass the ball forty yards
He's big and he's fuckin' hard
Steve Gerrard Gerrard"


4 maçtır galip gelemeyen, fazlasıyla ruhsuz ve formsuz bir takımı bu derbiye mükemmel bir şekilde hazırlayan Kenny Dalglish'e sonsuz teşekkürler.


Federasyon Kupası'ndaki Brighton & Hove Albion maçında 76 dakika beraber oynayan Gerrard, Suarez ve Carroll üçlüsü için "Liverpool'un başarısının tek şartı" demiştim. Bu maça kadar bahsi geçen üçlü ligde 3 maçta toplam 56 dakika sahada beraber oynamışlar. Bugünkü maç da bize bu üçlünün sahada kalmasıyla Liverpool'un başarısının doğru orantılı olduğunu gösterdi.


İki takımın form grafiklerini karşılaştırdığımızda ilginç bir tablo ortaya çıkıyor. Ev sahibi Liverpool son 11 maçında 2 galibiyet almış. Everton ise 7 maçtır yenilmiyor. Üstelik son 7 maçta yendikleri takımlar Man City, Chelsea ve Tottenham. İşte böyle başarılı sonuçlar alan bir takımı da derbide alt etmek kolay değil.


Maçın başı, ortası ve sonunda tamamen Liverpool'un hakimiyeti vardı diyebiliriz. İlk yarının belli bölümlerinde Everton'ın da atakları oldu fakat genel olarak böyleydi. Takımın tüm oyuncuları mükemmel performans ortaya koydular. Carroll tam 8 kafa topu aldı, Enrique tamamen kusursuz bir oyun oynadı. Daha da önemlisi Suarez mental olarak sahadaydı ve alışkanlıklarının aksine tam 2 asist yaptı.


Ve Gerrard. Kaptan Fantastik. Sahanın her yerindeydi bugün. Yeri geldi ceza sahasından takıma top dağıttı. Yeri geldi rakip kaleye en yakın adam oldu. Yeri geldi Enrique'nin kademesini doldurdu ve yeri geldi "40 yardlık pas" attı. Bugün canlı bir futbol dersi vardı sahada. Belki de Liverpool'un ihtiyacı olan tek şey buydu. Bir kıvılcım ve gerçek bir lider. Yılların değil fakat sakatlıkların yıprattığı bir efsaneyi özlemiştik. Belki hiçbir zaman eskisine dönemeyecekti. Newcastle maçında bize bir resital sunmuştu ama o günden bu yana sessizdi. Fakat dostlarım bugün eski Gerrard vardı sahada. Bitmek tükenmek bilmez enerjisiyle, West Ham'a uzatmalarda, Man Utd'a frikikten gol atan ve her şeyden öte varlığını Liverpool'a adamış bir taraftar olan Gerrard'dı sahadaki. Sağlıklı bir Gerrard futboldaki en güzel şey. Ve biz ona sahip olduğumuz için çok şanslıyız.


Bir Gerrard şarkısıyla başladık yazımıza. Yine bir Gerrard şarkısıyla bitirelim:


"Steven Gerrard is our captain
Steven Gerrard is a red
Steven Gerrard plays for Liverpool
A Scouser born and bred."

10 Mart 2012 Cumartesi

Kötü gidişe devam


Kenny Dalglish koltuğu devralır almaz ilk hamle olarak savunmayı toparlamaya çalıştı. Steve Clarke'ın da yardımlarıyla çeşitli uygulamalarla Liverpool hem defans olarak hem de takım savunması olarak birkaç seviye atladı. Bu uygulamalardan en temeli savunmayı ve takımı toplu halde daha geride tutmaktı. Takımın en uçtaki oyuncusu santra çevresinde olacak şekilde diziliyordu oyuncular. Bu diziliş Liverpool'u ligde en az gol yiyen takımlardan biri haline getirdi bu konuda hiçbir tereddüdüm yok. Ancak daha önce belirttiğim gibi takımı da blok halinde rakip kaleden uzak tutuyordu. Pek çok maçta oyuncular rakip kaleye ulaşana kadar yoruluyorlardı. Nitekim Liverpool birkaç yıldır kolay gol atan bir takım haline bir türlü gelemedi.


Bugün ise fazlasıyla geride olan defans çizgisinin üstüne bir de defanstan olabildiğine uzak olan bir orta sahamız vardı sahada. Geçmişte Lucas'ın üstün gayretleriyle bu iki blok arasında bağlantı kurabiliyorduk. Ancak elinizde dünya çapında orta saha oyuncularınız yoksa bu da sıkıntıya giriyor. Ya da Stoke gibi oynayacaksınız ki defans ile orta sahanın arasının bir önemi kalmasın. Kendimizi Stoke ile karşılaştırmak abesle iştigal olacak ama şu an Liverpool ile Stoke City arasındaki puan farkının 3 olduğunu söylesem kızmazsınız umarım.


Başı ile gövdesi ayrı oynayan bir Liverpool ve topu kanatlara yaymaktan başka pek bir şey düşünmeyen Sunderland vardı sahada. İki takım da orta sahada bol bol top kaybı yaparken nadiren ceza sahasına girmeye yeltendiler. Bardsley hücumunu feda edip Bellamy'nin başından ayrılmazken Suarez kendisini Sunderland defanslarının oluşturduğu çemberin içinde buluveriyordu. Böyle böyle dakikalar eridi gitti. Ben maçın 40 gün 40 gece sürse de golsüz biteceğini düşünürken ilginç bir olay oldu. Reina yıllar önce yine bir Sunderland maçında Bent'ten yediği gol kadar saçma bir gol yedi. Yine hatası yoktu ama buna da bahtsızlık diyorlar işte.


Son yıllarda izlediğim en saçma maçlardan biriydi. Liverpool oldukça da kötü bir futbol oynadı. Ama bu sezon o kadar çok kötü maç izledim ki hangisi en kötüydü ayırt etmekte zorlanıyorum. Sahadaki oyuncuların isimleri ve takımın oyun stili değişse de Liverpool en az Hodgson'ın zamanları kadar kötü futbol oynuyor. Son 11 lig maçında 2 galibiyet aldık ve 9 yıldan sonra ilk defa 3 maç üst üste mağlup olduk. Şu anki durum ligdeki 7.liğin de garanti olmadığını gösteriyor. Liverpool'un en yakın rakibi Sunderland ile arasında 2 puan var. Avrupa Ligi'ni garanti olması ve takımın Federasyon Kupası'nda devam etmesi Liverpool'u daha da alt sıralara sürükleyebilir.

5 Mart 2012 Pazartesi

Villas-Boas


Tercüman olmak, Portekizli olmak, Porto'yu ligde ve Avrupa Ligi'nde şampiyon yapmak bir teknik direktörü Mourinho yapmak için yeterli değil. Mourinho'yu özel kılan değerlerin başında sarsılmaz otoritesi, sıradışı basın açıklamaları, olağanüstü egosu ve tabii ki lig-iklim-kadro tanımaksızın başarılı olması geliyor. Villas-Boas'ın Porto'daki başarısının arkasında takım ruhunu oluşturmak ve oyuncuların her birinden maksimum verim almak vardı. Abramoviç yeni Mourinho bulma sevinciyle Villas-Boas'ın tazminatını cebinden ödedi. Ancelotti'nin tazminatını da eklediğimizde bu uzun vadeli yatırımından yalnızca 8 ayda vazgeçmesi onun sabırsızlığını gösteriyor.

Olayı yalnızca Chelsea'nin ya da Torres'in başarısızlığıyla yorumlamak büyük bir hata olur. AVB geldiğinden beri saha içinden çok saha dışı ve soyunma odasında terledi. Kısa vadede Lampard'ı, uzun vadede Terry'yi takımdan kesmeyi planladığı fark edildikten sonra takımda kendisine karşı bir lobi oluştu. Bu adamlar zaman zaman soyunma odasında menajerden daha çok konuşan isimler. Chelsea'nin başarılı olması için bu ikilinin yavaş yavaş takımdan uzaklaştırılması gerektiği, su götürmez bir gerçek. Ancak onları uzaklaştırmak da her babayiğidin yapacağı işler değil. En azından Şampiyonlar Ligi finali ya da Premier Lig şampiyonluğu bu konuda AVB'nin elini güçlendirebilirdi. Ama o daha sezon sonunu bile beklemeden fikirlerini ortaya koyunca "derin Chelsea"den kovulmasıyla sonlanan bir tepki gördü.

Bu süre zarfında 40 resmi maç yapan Chelsea bunlardan 19'undan galibiyetle ayrılmış. %47,5 oranı, AVB'nin Porto'sundaki %88'i düşününce oldukça düşük bir rakam. Şimdi sezon sonuna kadar takımın başında yardımcı antrenör Roberto Di Matteo olacak. Yazın ise Chelsea'nin yeni menajeri takımı devralacak. Yaklaşık bir hafta kadar önce Londra'ya gelen Mourinho İngiliz basınında favori olarak gösteriliyor. Ancak şimdilik bunlar varsayımdan öte bir şey ifade etmiyor.

3 Mart 2012 Cumartesi

Adını sen koy


Futbolda ne kadar iyi oynarsa oynasın bir takım gol atamıyorsa onun hiçbir değeri yoktur. Evet bugün Liverpool maçı domine etti. Evet bugün Liverpool Arsenal'i kendi yarı sahasına hapsetti. Ama bunların hiçbir önemi yok. Gazeteler Van Persie'yi manşete taşıyacak. Yorumcular Szczesny'yi konuşacak.


Suarez'in tiyatral oyunu, penaltının kaçması ve direkten dönen bir top sonucunda bu maçı sezonun özeti olarak ilan ettiğimde dakikalar 25'i gösteriyordu. Sezonun şu ana kadar olan kısmını tek maçta özetleyecek olsaydık o maçı Liverpool'un kaybetmesi gerekirdi. Nitekim öyle de oldu. Van Persie'nin bireysel yeteneği maçı Arsenal'e getirdi. Üstelik her maç onlarcası yapılan hatalardan sadece 2 tanesinin sonucunda. Bu kadar iyi oranla oynayan bir forvete sahip olsaydık kim bilir ne haldeydik şimdi.


Elindeki tek tesellisi Anfield'da yenilmemek olan Liverpool bu maçla onu da kaybetmiş oldu. Araya Lig Kupası'nı sıkıştırdığımıza bakmayın. Liverpool'un ligdeki formu içler acısı. Son 10 maçta sadece 2 galibiyet alıp 7. sıraya demir atmış durumdayız. Bu satırlar yazılırken Stoke karşısında 1-0 geride olan Norwich ile aramızda 4 puanlık bir fark var. Ayrıca eskiden büyük takımlara karşı büyük oynayıp, küçük takımlara puan kaybeden takım olarak aklımızda yer edinen Liverpool, bu kimliğinden de iyice uzaklaşmış durumda. İlk 6 takımlarına karşı yapılan 10 maçta 3G 3B 4M gibi bir sonuç var elimizde.


Liverpool oyun olarak belli standartların üstünde oynuyor ama eldeki durum sadece kadronun değil kulübün de alınan sonuçlar doğrultusunda sıradanlaştığını gösteriyor. Ülkenin en çok Avrupa Kupası kazanan ve 2. en çok lig şampiyonluğu kazanan takımının bu durumda olması beni de fazlasıyla üzüyor.