20 Eylül 2009 Pazar

Tek duvara toslayan City mi?

Maçı oturup izleyemedim ama kıran kıran bir maç olacağı belliydi. Hatta belki de kırmızı tarafın kazanacağı da belliydi. Ama bu kadar zorlanarak değil. Alex Ferguson'un eski öğrencisi Mark Hughes'ü her türlü nakavt edeceği bilinen bir şeydi ama Ronaldosuz Manu ne kadar zorlanacaktı? Kırmızılılar bu kez acayip kasmış ama Old Trafford ve hakem gazıyla yine yenmişler. City'nin yenilgisini buna bağlamamak lazım ama Manu'nun bu tip biriktirdiği puanlar 30. haftadan sonra çok işine yarayacak. "Federasyon buna bişey yapması lazım" diyorum sadece. Owen'ın golü de tam 'dramatic match winner' olmuş

Bakalım Manu ilk Old Trafford mağlubiyetini ne zaman alacak? Çok merak ediyorum zira bir değil iki değil artık motor zorlanmaya başladı. Ferguson olmasa teklemeye başlamışlardı bile.

Man City için ise hayati bir dönem başlıyor şimdi. Arsenal'in Henry gittiğinden beri yapamadığı 'yenilgiden sonra kolayca toparlanma' işini halledebilecekler mi? Bence Adebayor'un cezasına, Robinho ve Tevez'in sakatlıklarına üzüleceklerine oturup bunu düşünsünler.

19 Eylül 2009 Cumartesi

Kitap dopingi

Konyaspor bugün tek kazanan takım değildi elbet. Bu haftaki EPL maçları arasında en çekici olanı değildi West Ham-Liverpool. Ama benim için birinci sırada.

Hafta içi rölantide bir maç ve 3-4 fark bekliyordum. Benitez bırakın takımı dinlendirmeyi, galibiyeti bile zoru zoruna aldı! Kapalı takımları açamama sorunu Liverpool'da halen sürüyor ama Premier Lig'de 90 dakika boyunca kapalı oynayan kaç takım var Stoke haricinde? İddaa tabiriyle Liverpool'un PL maçları 'alt' bitmiyor. Hem atıyorlar hem yiyorlar bunun başka türlü izahı yok. West Ham ilk yarıda olabildiğince gol bulmaya çalıştı doğal olarak. İkinci yarı gol atmaya çalışırlarsa başlarına geleceklerden haberdarlardı. Liverpool bastırdı da bastırdı ama Carragher ve Skrtel'e de acayip yük bindi. Birinin hızı diğerinin pozisyon bilgisi yok ve bu da onları çok zayıf kılıyor. Agger geldiğinde defansın toparlanmasının bir sebebi de bu. West Ham sabırlı ve etkili geldi kaç sefer. Sonunda birinde Carragher alışkanlıktan yere indirdi Hines'ı. Penaltıcı Diamanti'nin ayağı kaydı ama kaymasa kaçırırdı herhalde.

Noat Samisa her ne kadar penaltıya duran top diyenleri sopayla dövse de Liverpool bir kez daha duran toplardan avlandı. Evet PL'de yenilen 9 golün hepsi duran toplardan. Kornerlerde biraz daha konsantrasyon gerekiyor artık. PL şampiyonluğunu hedefleyen bir takım bu kadar kolay gol yememeli.

Torres'in ilk golü uzun uzun izlenmeli. WH defansının nutku tutulmuş sanki! El-Niño yine çok güzel attı golünü ve taraftarla beraber kutladı. Gol sırasında sol dizine gelen darbe de gol sevinciyle beraber unutulup gitti. Torres'in eski formuna yavaş yavaş dönmesi çok sevindiriyor. Artık kafası kitabında kalmaz umarım. Çünkü artık onun gollerini bekleyen bir takım ve milyonlarca taraftar var.

Kornerleri genelde Gerrard kullanırdı. Bu kez Yossi'ye bıraktı. İlginçtir kafayı da Gerrard vurdu ama çizgide Kuyt dokununca ona saydılar.

Sonradan oyuna giren ve oyuna hız katan bunun üstüne Torres'in ikinci golünün asistini yapan Babel'e bir alkış da benden!

Son sözüm formaya. Bize euro kit olarak tanıttılar. Ama deplasmanda da giyilebiliyormuş. Beyaz forma üzerine kırmızı yazı ve siyah şort... Harika olmuş ya!

Liderlik bu mudur?

Kendimce haklı sebeplerim gereği bu sene Konyaspor'un hiçbir iç saha maçına gitmeyi düşünmüyordum. Kararımdan vazgeçmiş de değilim. Yine bir iç saha maçını internetten canlı skor şeklinde takip ettim. 10'da geriye düştü Konyaspor. 64'te ise Kartalspor 10 kişi kaldı. Konyaspor o kırmızıdan sonra ne kadar bastırdı bilemiyorum ama galibiyeti çok istedikleri belli! Ne dediğimi üstteki resimden anlayacaksınız. 89 ve 90+2'de gol atmak öyle kolay bir iş değil. Üstelik gerideyseniz. Liderlik böyle bir şey işte!

Geçen hafta eski lider Buca'yı yenen takım liderliği ele aldığı gibi korumasını da bildi. Buca kendi evinde berabere kalınca da puan farkı 3'e çıktı. Bank Asya 1. Lig Konyaspor'a 1 numara küçük mü geldi dersiniz...

18 Eylül 2009 Cuma

Önümüzdeki sene inşallah (!)

Düşündüm taşındım. Yıllardır Türk milli takımı neden başarılı olamaz diye. Fazla uzaklara gitmedim. Cevabı Eurobasket 2009'da buldum.

Başarısızlığın 3 ana unsuru var. Birincisi kazanma alışkanlığının olmaması. Ki tüm spor dallarında çok önemlidir. Henryli Arsenal nasıl başarılı olduysa ya da şimdiki Arsenal'i neden şampiyonluk şanslarında ilk 3'te kimse saymıyorsa bu sebep çok önemli. Ya da diğer deyişle istikrar. Arsenal'e nerden geldi laf bilmiyorum ama en son milli takımda kalmıştık.

Son madalyamız 2001'de ülkemizde düzenlenen Avrupa Şampiyonası'ndaki gümüş. Ondan bu yana boş geçiyoruz. Ne olimpiyatlar geldi katılamadık. Ne dünya şampiyonaları geldi "wildcard" ile katıldık. Her türlü mücadele ettik ama bir türlü olmamıştı. Yine Eurobasket'ten önceki Efes Cup'ı izleyenler ne dediğimi anlayacaklar. Milli takım bir türlü tam oturmamış gözüktü. Ta ki Polonya'ya kadar. Turnuva başladığından beri müthiş bir milli takım vardı. Aynı mücadele devam ediyordu ama bu sefer meyvesini de alıyorduk. İlk 5 maçımızı kazandık. Tarihimizde yoktu. Tarih yaza yaza geliyorduk. Kısacası kazanmaya alışmıştık. Ama Slovenya maçı seriyi bozdu. İyi oynayan takımımız yine saçma sapan hücum tercihleri sonucu Slovenya'ya maçı hediye etti adeta.

İkinci unsur serbest atışlar. Ne zaman son topa kalan bir maçımız olsa serbest atışlarda mutlaka geriyizdir. Son topa bile kalmayan maçlarımızı saymıyorum. Kendimi bildim bileli Hidayet ve Mehmet Okur haricinde adam akıllı serbest atışçımız yoktu. İlk turda çok çok yüksek oranla serbest atış atsak da ikinci turda Ömer Aşık ile beraber takımın serbest atış yüzdesi iyice düştü. Önce Slovenya sonra Yunanistan maçlarıyla da dibe vurdu.

Üçüncü unsur ise malesef hakemler. Bu konuyu oldum olası sevmem. Ama bir gerçek var özellikle Yunanistan'ı kollayan ve özellikle Türkiye'ye kuyu kazan hakemler. İki takımın herhangi maçını izleyin. Yunanistan-X maçında hakem hatası varsa mutlaka Yunanistan'ın işine geliyordur. Ya da Türkiye-X maçında hakem hatası varsa karar mutlaka Türkiye'nin aleyhinedir. Bu kadar konuşmak yeterli hatta fazla bile oldu.

Sonuç olarak ilk iki maddeyi yendiğimiz şu turnuvada 3. maddeden sınıfta kaldık. Artık kalan maçlar önemli değil. Dünya Şampiyonası biletimiz nasıl olsa cepte!

"Afrika Kupası gidişatı değiştirir"

10-31 Ocak arası Angola'da Afrika Kupası maçları var. Gözden ve gönülden ırak gözükse de bu kupaya pek çok önemli oyuncu katılıyor. Drogba, Kalou, Essien, Obi Mikel Chelsea'den, Adebayor ve Toure Man City'den, Song ve Eboue ise Arsenal'den ilk akla gelen isimler. Bugün Stevie G de resmi siteye yaptığı açıklamada bu konuya değinmiş. Her ne kadar ocak ayına daha çok süre de olsa o güne kadar takımda uyumun sağlanacağını, üstüne üstlük Aurelio ve Aquilani'nin takıma döneceğini eklemiş.

"Chelsea, Man City ve Tottenham lige harika bir şekilde başladılar. Ama çok uzun bir yoldayız. Ligin bitimini konuşmak için erken."
"Ligdeki ilk 3 maçtan 2sini şanssız bir şekilde kaybettik. Bu mağlubiyetler bizi moral bozukluğuna itti. Ancak yavaş yavaş kendimizi yeniliyoruz."
"İyi bir takım olduğumuzun farkındayız. İyi oyunculara sahibiz. Böyle bir takımla mağlubiyet bekleyemezdiniz. Ancak olan oldu ve şimdi iyi durumdayız ve mutluyuz. Cumartesi güzel bir galibiyet alacağız."
diye devam etmekte.
Tamamı için http://www.liverpoolfc.tv/news/drilldown/N165809090918-0837.htm

Vakit geldi!

Fernando Torres'in otobiyografisi bir süredir gündemdeydi. Çıkış tarihi eylül 2009 şeklinde belirtilmişti. Bugün yayında. Ayrıca birkaç LFC Store'da da imza günü varmış taraftarlar sıraya girmişler falan. Amazon'da 9.49£'a satışa çıkan kitap, LFC Online Store'da 18.99£! Var bunun içinde bir bit yeniği ama...

Sözün özü benim bu kitabı okuyacak kadar İngilizcem yok. Girişimci bir yayınevinin Türkçe'ye çevirmesini beklemek zorunda kalacağım.

Bunun üstüne Torres bugün yaptığı açıklamada: "İlk sezonum çok iyi geçmişti ama artık o sezonda değiliz. Şu an için 6 maçta 3 gol fena sayılmaz ama daha fazlasını yapmak istiyorum." demiş.

Liverpoolfc.tv'nin forumlarında ise Torres'i bir dövmedikleri kalmış resmen.
"9 numarayı aldı ama hakkını veremedi." "Bir ay dinlenip öyle oynasın ölü gibi." şeklinde ifadeler. Neyse ben hala bu sezon Torres'in eski formuna kavuşacağı kanaatindeyim.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Vakit köstek değil destek vakti!

Anadolu kulüpleri çeşitli entrikalarla idare edilir. Hep belli dinozor kesim vardır onların dışına çıkılmaz. Yıllardır bu döngü böyle sürüp gider. Yönetimin karşısında da her zaman taraftar gibi güçlü bir kitle vardır. Onlarla anlaşılırsa ne ala, anlaşılmazsa... Genellikle koca koca laflar eden koca koca adamlar küçük(!) taraftar kitlelerine boyun eğerler. Taraftar dediklerim futbol dilencisi ya da futbolsever değil! Sanayiden kahvelerden toplama elemanlar. İşte zaten ben oradan sonrasına karşıyım Anadolu futbolunun.

Ben kendimi bildim bileli o taraftarlar hep haklıdır. Yıllar geçer yönetimler değişir durur ama zihniyet hep aynı kalır. İyi günde taraftar arkandadır. Kötü günde ise malum.

Geçen sene Konya şehrinde bir tane haklı adam yoktu. Bir tanesi çıkıp "takım bizimdir lig düşse de sahip çıkmalıyız" demedi. Lig bitti hepsi evlerine döndü sanki. Şimdi Bankasya 1. lig başlamış göz ucuyla takip ediliyor mutlaka. Bizim Konyaspor bir numara büyük gelmiş 1. lige! Ligin yeni ama güçlü ekibi Buca'yı burada 3-2 yenen bir Konyaspor var ve artık lider. Lider olup olmaması önemli değil benim için. Şimdi herkeste bir heyecan ki sormayın. Taraftarlar "şampiyon" sesleriyle şehri mi inletsin yoksa iş adamları çıkıp "Konyasporumuz..." diye mi konuşsun. Tutmayın onları bir mağlubiyete kadar.

Hep böyle gidecek değil ya Konyaspor mutlaka bir gün yenilecek. Acaba "ülkücü" Ünal'a sahip çıkan Konyalılar, Konyaspor'a son şampiyonluğunu yaşatan Hüsnü Özkara'ya aynı sabrı gösterebilecek mi? Hatırlarsak Özkara 2003'te yani Konyaspor'un Süper Lig'deki ilk senesinde 'taraftarların isteğine karşılık vererek görevinden istifa etmişti'.

Aklıma takıldı. 2003 yılında, Konyaspor o zamanın 2. Lig A Kategorisi'nde şampiyon olmuştu. Yukarıda yazdığı gibi o zamanlar da teknik direktör şimdiki gibi Hüsnü Özkara idi. Nalçacılılar grubu zamanında şarkı yaptırmış. Sözleri arasında "her sene şampiyon biz olacağız" diyor. Geçen sene her duyduğumda gülerdim. Şimdi sadece gülümsüyorum :)

Biradan bankaya geçiş

Yıllarca göğüs reklamı almayan Barcelona'yı bir kenara koyarsak Avrupa'nın en az göğüs reklamı değiştiren takımı Liverpool'dur. Şu anki reklam olan Carlsberg'in başlangıç tarihi için Wikipedia'ya bakmam gerekti. 1991'den bu yana kutsal kırmızıyı Carlsberg'in logosu süslemiş. Vefa, alışkanlık bir yana Liverpool artık ciddi miktarlarda para kazanmak istiyor ve bira markasının son teklifi kulübü pek açmış değildi. Liverpool gibi bir marka ortada da kalmayacağına göre Standard Chartered adında dev bir marka 2010-11 sezonu başından itibaren Liverpool'a sponsor olmuş. Fiyat konusunda çeşitli rivayetler var rakam vermeye gerek yok. Önemli olan bu bankanın verdiği meblağın bira markasınınkinin 2 katı olduğu. Bu gerçekten inanılmaz. Değişim her zaman olur, onu yönetmek önemlidir. Bu değişimin takıma etkisi milyon poundlarla ortaya çıkacak. Umarım kısa sürede kulüp dar boğazdan kurtulur.

Carlsberg'in son senesinde de şu formayı alamazsam içimde kalacak:

13 Eylül 2009 Pazar

Cumartesi günlüğü

  • Milli takım, İspanya ile kaç yılda bir karşılaşır, kaçında yener? Benim içimde küçük bir umut vardı. Hatta diyordum ki şampiyon olmayalım da İspanya'yı yenelim yeter. Vazgeçtim yahu. Şampiyon olalım böyle oynamışken.
  • EPL maçları ters vakitteydi hiçbirini takmadım maçlar bitene kadar. Hepsinin sonucuna bakınca ilginç oluyor.
  • Liverpool, deplasmandaki maçları iplemeyen Burnley'ye 4 attı. Yossi'nin hat-trick'i bana 2. Beşiktaş maçını hatırlattı...
  • Diğer 4leyenlerden Sunderland sanki bu sene Avrupa Ligi'ne gidecek gibi. Çatır çatır oynuyorlar.
  • Man City'nin gerçek yüzünü merak edenler için hoş maç Arsenal maçı. City de 4leyenlerden. Adebayor'un Van Persie'ye yaptığı çirkefliğin önde gideni. Bir de artık Arsenal için cicim ayları bitti. Bu sene büyüklerden sağlam dayak yiyecekler öncekilerde olduğu gibi.
  • Chelsea, Tottenham gibi çekirge moduna girmiş artık. Bakalım ne zaman düşecekler. Hep 90'da atmak da olmaz herhalde. Stoke içinse Beattie ve Sorensen'in sakatlıkları büyük şanssızlık. Evlerindeki ilk yenilgiyi aldılar. Tuncay da 65'te girmiş. Ne yapmış ne etmiş haberim yok.
  • Portsmouth'un bu sefer bahanesi yok. Galibiyetsiz Bolton'a içeride yenildiler. Nedense bana Ankaraspor'u hatırlatıyorlar. İlk düşecek takımdır kendileri.
  • Gecenin önemli maçında ise maça iyi başlayan Tottenham, rakibinin Man Utd olduğunu unutmuş sanki. Bir de bütün goller ayrı güzel. Tottenham haftaya Chelsea ile yapıyor. Onların da akıbeti o zaman belli olur. Man Utd ise Van Der Sar gelene kadar krediyi tüketir diyordum. Yanılmışım 1 yenilgileri var şu an.
  • Derbiden önce Manisa-Sivas maçı vardı. Manisa 3-1 aldı nasıl sevindim ama. Sivas küme düşse bari. Manisa da ilk yarı kümede kalmayı garantileyebilir.
  • Derbiyi izleyemedim ama Rıdvan'ın yorumlarına bakacak olursak Beşiktaş oynamış, Galatasaray kazanmış! Bir de Beşiktaş'ın 11'i hatalıymış. Neyse artık bakalım Denizli, CL'de 4. maçı çıkarabilecek mi?
  • Barca ve Real Madrid artık yavaş yavaş oturmaya başlıyor. Barca az atmış ama. Real'de Granero perdeyi açmış CRonaldo da kapatmış.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Sevinç-hüzün karışımı bir duygu

Polonya'da Avrupa'ya açık açık meydan okuyan, ismimizi zihinlere altın harflerle kazıyan 12 cesur yüreğe mi sevineyim yoksa son katıldığı Dünya Kupası'nda 3. olan ve o günden bugüne Dünya Kupası'nın uzağından geçemeyen milli takıma üzüleyim mi karar veremedim.

Türk milli takımının tarihindeki en iyi jenerasyonlarından birini belki de birincisini harcayarak kendi hanesine kocaman bir "0" yazan Fatih Terim'e bir alkış da benden! Ardalar, Semihler değerini katlayacaktı. Oysa şimdi önlerinde bir tek Avrupa Ligi var. Belki de Arda Tottenham yerine Fulham'a gidecek. Ya da Valencia yerine Getafe'ye... Yazık değil mi? Yazık tabi.

Bir de matematiksel olarak şansımız devam ediyormuş! Hadi ordan!

6 Eylül 2009 Pazar

CL kadrosu

Bugün CL'ye katılacak takımların kadro listelerini UEFA'ya vermesi gerekiyordu. Liverpool'un listesi de açıklandı. Açıkçası pek geniş kadro olmadığından kimlerin yerinin garanti olduğu belliydi. Hatta 28 kişiden bir kısmının yedek takımdan seçileceği belliydi. Şimdi 28 kişiye bakarak artık Liverpool'un CL gibi üst düzey bir organizasyona ne derece hazır olduğunu göreceğiz.

Kalecileri değerlendirmeye gerek yok. Her zaman için 3 kaleci seçilir.
Defansa kısmında, Stephen Darby ve Martin Kelly spor olsun diye çağırılmış. Geri kalan defans oyuncularının çoğu oynayacak düzeyde olsa da Johnson haricinde hiçbiri 1. sınıf değil.
Orta sahada Damien Plessis ve Jay Spearing şu an Championship'te orta sıralarda bir takımda oynayacak düzeydeler.
Forvet ise Babel ve Kuyt'ın da forvete yazılmasıyla bayağı kalabalık görünüyor. Ama diğerlerine bakınca David Ngog, David Amoo ve Nathan Eccleston isimleri hiçbir şey çağrıştırmıyor.

Bu oyuncuların seçilmesi gençlere önem verildiğini falan gösterse de Liverpool'un CL kadrosunda 7 tane gedik olduğunu ve yılda 50-60 civarı maça çıkan Liverpool'un asıl kadrosunun 21 kişi olduğunu gösteriyor. Sakatlık olmadan geçen mucize bir sezon için bile 21 kişi çok çok az bunun üstüne bir de Liverpool'un sakatlık bakımından şanssız bir takım olduğunu düşünürsek durum pek iç açıcı değil.

İlk maç da 16 Eylül'de Anfield'da. Konuk Macaristan'ın yegane temsilcisi Debreceni. Star'ın maç programı muhtemelen açıklanmadı. Ama Liverpool'un Beşiktaş'ın ters fikstüründe (salı/çarşamba) olması büyük şans. Lyon maçlarından bir tanesini yayınlarlar diye düşünüyorum.

5 Eylül 2009 Cumartesi

Biçilmiş kaftan Babel

İngiliz futboluna genelleme yapması zor. Genellikle "önceden maç sonucu tahmin edilemeyen, futbolun çok hızlı oynandığı, taraftarların neredeyse uyuyacak gibi maçı izledikleri (Liverpool hariç tabii ki)" gibi genellemeler yapılır çok fazla şeyler söylenemez.

Ben de bir genelleme yapayım dedim. Giderek modernleşen futbola ayak uydurmuş İngiltere. Mesela artık 4-4-2 değil 4-3-3 oynanıyor çoğu yerde. Ama bu 4-3-3 dediğimiz eskiden sadece Inter'in kullandığı bir taktikti. Az orta saha ve çok santrafor ile oynanırdı. Bugünlerde kullanılan 4-3-3 ise 4-5-1'in farklı bir varyasyonu. Kanat oyuncularının biraz daha ileride olduğu taktik diyebiliriz.

Kanat oyuncuları denince akla hız, teknik, top sürme ve orta açma gibi şeyler gelir. Yanlış değildir çünkü kanat oyuncuları sürekli bindirmeler yapıp dibe girdikten sonra orta açan oyunculardır. İspanya, İtalya ve Almanya'da bu böyledir. Ama ilginçtir İngiltere'de artık kanat oyuncuları forvetten yetişiyor. Aslında bu Barça'da bile böyle. Oyun diğer ülkelere göre daha dar alanda oynandığından kanat oyuncuları dibe inip orta açmak yerine ceza sahasına yönlenip gol pozisyonu bulma peşindeler. Bunu da en başarılı yapanlar genellikle forvetten kanada çekilmiş oyuncular yapıyor. Ferguson'un Rooney ısrarı neden acaba? Belki de 2 yıldır gol kralının orta sahadan çıkması bunu gösteriyor olabilir. (Ronaldo'yu biliyoruz ama Anelka'nın orta saha ile ne alakası var? Drogba, hem Scolari hem Hiddink yönetiminde tek forvet oynuyordu. Anelka da Joe Cole'un yokluğunda genelde sağ açıkta oynuyordu.) Aklıma ilk gelen örnekler Kuyt, Henry, Ronaldo, Anelka vs. Örnekleri artırmak mümkün.

Liverpool'da ise sol kanatta sürekli bir istikrarsızlık var. Benayoun ve Riera'nın gol sayısının diğer oyunculardan yüksek olmasının sebebi yukarıda belirttiğim olay. Ancak ikisi de tam bir istikrar yakalayamamış durumda. Bu geçen sezonun başından beri öyle. Peki yukarıda bahsettiğimiz oyuncuların aynı tipinde yani forvet etiketiyle gelmiş ve sol çizgide oynamaya müsait Babel'e ne demeli? Aslında kendisi o mevki için biçilmiş kaftan. Ama gerek Benitez'in üzerinde durmaması gerekse Babel'in umursamaz tavırları Babel'i bu noktaya getirdi. Aslında kendisi Torres kadar hızlı bir oyuncu ve takıma kazandırılabilse soldaki Kuyt'ımız olacak.

Yine ilginçtir Babel Dünya Kupası'nda oynamak için Hollanda takımlarından birine kiralık gitmek istediğini açıkladı. Buraya kadar bir sorun yok ama sorun bu açıklamayı transfer dönemi bittikten sonra yapmış olması. Benim gibi Benitez de şaşırmış bu duruma ama milli maçlar bir geçsin görelim bakalım tehdit işe yarayacak mı? Babel Burnley'ye karşı oynayacak mı?

Mazlumun ahı

Diğer blogcular gibi söze başlayamayacağım. Ya da ekşisözlük'tekiler gibi. Ben Kewell'ı Leeds zamanından falan tanımıyordum. Yaşım yetmediğinden zaten GS-Leeds maçından bir tek "kral attı, Elland Road'da attı"yı hatırlarım. Liverpool'daki zamanında da pek canlı izlemediğim için öyle yorum yapabileceğim bir adam değildi. Ama gözümüzün önüne geldi, Türkiye'ye, Galatasaray'a. Yani Lig Tv'si olmayanlar bile artık her hafta bir şekilde onu izleyecekti. O gün bugündür Kewell'a hayranım. O kısımdan şüpheniz olmasın yani.

Ama araştırdık ettik, Leeds'te döktüren, İngiltere'yi ayağa kaldıran adam Liverpool'da neden bu kadar az tutundu ya da neden sözleşmesi uzatılmadı bir cevap bulmaya çalıştık. Ama sanki Kewell muhabbeti konuyu farklı bir yere taşıdı gibi. Neyse devam edelim görelim.

Leeds'in genç yıldızı ve kaptanının hayallerinde Liverpool varmış. Leeds'e gelen teklifler arasında Barcelona, Real Madrid, Man Utd, Arsenal gibi ekiplerin bulunmasına rağmen o mütevazı insan, diğerlerine göre mütevazı takım Liverpool'u seçmiş. Houiller, Kewell için 8M£ önermiş. Ama Houiller zaman zaman orta sahada ve sağ kanatta görev vermişse de 36 lig maçı oynayarak alnının akı ile sezonu tamamlamış. Gel gelelim Benitez'e. Benitez döneminde Kewell'ın üzerine sanki kara bulutlar çökmüş. Sakatlıklar peşini bırakmazken sakatlıklardan arta kalan zamanlarda ise İspanyol Kewell'ı pek tercih etmemiş. Zaten son senesinde artık Kop'un bir bölümü bile Kewell'ı sahiplenmeyip kendisine masraf gözüyle bakıyormuş. Kewell rüyalarının kulübünden artık ayrılma vaktinin geldiğini anlamış. İngiltere'yi ve 7 numarayı rafa kaldırarak işe başlamış. Roma'dan gelen teklif her ne kadar cazip olsa da Roma işi ağırdan alınca o da 2000'de de 1 kez geldiği İstanbul'a gelmiş. Hikayeyi İstanbul'a bağlamak gerekirse o kısım burası. Ama yine Liverpool'dan lafa devam.

Bakıyorum da transferlere Luis Garcia, Smicer, Zenden, Mark Gonzalez derken hiçbir sol kanat oyuncusu (aralarında en yararlı olan Luis Garcia o da tam kanat değil) adam akıllı form tutturamamış ve bugüne kadar Rafael Benitez'in en çok önemsediği bölge sol kanat olmuş. Bu doğrultuda alınan Riera, Babel ve Leto'nun ne olduğu muamma. (Leto zaten gitti bile) Sanki Kewell'ın ahı tutmuş da Benitez acı çekiyor gibi. Hangisini sola çekse bir sorun çıkıyor. Başarısını en çok istediği vatandaşı Riera bile o kadar gol atmasına rağmen halen sallanıyor. Diyorum da Kewell şu haliyle Liverpool'da 60 dakika oynayıp yerini Babel'e bırakamaz mı?

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Nefret odağı haline gelmenin dayanılmaz ağırlığı

Geçen iki sezon Türk futbolu öncekilerden çok farklı şeyler yaşadı. Bir sonuca ulaşamasa da Anadolu takımları genelinden Sivasspor özeline küçük bir devrim yaşandı. Artık fanatik olmayan Anadolu insanı İstanbul takımlarındansa taşranın Sivas'ını destekliyordu. Bülent Uygun'un asker edebiyatından tutun da Anadolu ve halk söylemlerine kadar birçok açıklaması da Sivasspor'a büyük bir destek sağlamıştı. 2008 yılının sonunda ilk yarıyı lider kapatan Sivasspor 'bir kısım medya'nın "ilk yarıyı lider kapatan takım yüzde şu kadar şampiyon olmuş" genellemesiyle beraber uçuş moduna geçmişti.

Lig Tv'nin Sivasspor maçlarını da yayın listesine almasıyla futbolseverler Sivasspor'un gerçek yüzünü görmeye başladı. Yılda 8 maçını izlediğimiz ve bu maçların çoğunu da mağlubiyetle kapatan ama şampiyonluğa oynayan Anadolu takımının makyajsız, saf güzelliği(!)ni görmüştük artık. O zamanlar sohbet ettiğimiz herkese sordum Sivas'ı nasıl bulduğunu. Hemen hemen herkesten aldığım cevaplar "savunma futbolu", "kapalı oyun", "90 dakika yat belki bi gol atar da yatarsın" gibi şeylerdi. Bense Yunanistan futbolunu oldum olası sevmem. Euro 2004'ten beri bu tarz futbol zaten kan kusturdu millete. Ama Türkiye'de Anadolu takımlarını bu taktikle rahatlıkla geçiyordunuz. Bülent Uygun'un yaptığı başka ne idi ki?

Bu kısımları atlayalım artık çünkü o zamanlar Sivas medyada bayağı meşhurdu herkes konuşuyordu. Gel gelelim dananın kuyruğunun koptuğu yere. Ankaraspor'u açamadı Sivas ve 1-1 bitti maç. Sonra artık penaltı mı verilmedi yoksa gol atamamanın siniriyle Bülent Uygun yedek kulübesini tekmelemeye başladı. İlk başta kırılmayan mağdur kulübe tekmelere dayanamayarak kırıldı. Artık medyada farklı bir Sivasspor karakteri vardı. Tüm ülkeden aldığı pozitif enerji ve sempatiyi (önceki birikimleri de ekleyerek bir anda) antipatiye dönüştürüvermişti. O günden sonra birçok insanın bedduası tutmuş olacak ki önce Gaziantep sonra İBB maçını kaybederek koca Sivas şampiyonluğu elinin tersiyle itti.

Bu sezon aynı takım kimlik değiştirdi, ofansif futbola geçme sinyali verdi. Tarihe geçti önce. CL'nin eşiğine 2 maçlık da olsa oturan sayılı Anadolu takımlarından oldu. (yaşım yetmediğinden kesin bir şey söyleyemeyeceğim ama ben kendimi bildim bileli CL ön elemesi oynayan bir Anadolu takımı yok) Ama öyle parlak bir başlangıç değildi. Bu seneki yaptığı 7 resmi maçta sadece 1 galibiyet alabildi.

Bugünkü Diyarbakır mağlubiyetiyle artık hiç kimse Sivasspor'u sahiplenmiyor. Düşseler kimse üzülmeyecek. Bunun sebebi ise ne Sivas şehri ne de Sivas taraftarı...

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Askerlik deme başka ihsan istemem

Kiralık olarak Fenerbahçe ile anlaşan ancak transfer döneminin sonuna kadar süre isteyen Tuncay Stoke ile anlaştı. Almanya ve Türkiye liglerinde oynamayacak olması büyük şans. Championship'te 30 golle gol kralı olabilirdi ama o kendisini Premier Lig'de denemek istemiş, sonuna kadar da hak vermek lazım. Sezon başında olsaydı Stoke'u düşeceklerin başında sayabilirdik ama şu an görünen o ki bu performansla ilk yarıyı kapattıklarında büyük ölçüde ligde kalmayı garantileyecekler. Bu yüzden Tuncay için 2 sene boyunca Premier Lig'de oynaması çok iyi olacak. Tahminen 2-3 hafta sonra da forvet rotasyonuna dahil olacağını düşünüyorum. Ayrıca kendisi için verilen 5.7M€ gerçekten önemli bir para. Umarım sene sonu olmadan bu paranın hakkını verir.

Atla bakalım çekirge

İlk üç maçında pek zorlanmayan Tottenham'ın içeride Birmingham'a karşı zorlanacağı tahmin edilmiyordu. Çekirgeler 90+5'e kadar dayandı Lennon noktayı koydu. Ama haftaya Manu ile maçları var ve artık ilk yenilgilerini alacaklarını tahmin ediyorum.

Stevie G

Yine geriye düşen bir takım, yine duran toptan gelen iki gol. Kırmızı bu kez düştüğü gibi kalkmasını bildi. Zaten Bolton 10 kişi kaldıktan sonra 10 civarı gol pozisyonu vardı. İzleyene komedi oldu kaçan pozisyonlar. Voronin, Torres, Benayoun derken kaptan son sözü söyledi. Önüne düşen topu 90'a yolladı. 3 haftada kimse şampiyon olamayacağı gibi bu galibiyetle de Liverpool şampiyon olmadı! Önümüzde 34 maç var ve hala şampiyonluğu konuşmak için erken.

Son cümleyi Johnson'a ayırmak istiyorum. Kendisi bu şekilde devam ederse Torres, Alonso, Mascherano'dan sonra en iyi Benitez transferi olacak. Umarım formunu korur.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Artık düşünme vakti

Az önce biten Liverpool-Aston Villa maçını izledim. İzlemekle kalmayıp saç baş da yoldum tabi. Lafı uzatmadan maça geçelim.

Evet artık "defterim evde kaldı, elektrikler kesildi, silgim kayboldu" gibi bahanelerin bitme vakti. 2. hafta artık bitmiş ve 3. hafta maçlarına geçilmiş. Bir takım zaten 2 maçtan fazla hazır olmama emareleri gösteriyorsa o takımın yaz aylarını ne kadar boş geçirdiği anlaşılabilir. İlk hafta diyelim ki Tottenham bomba gibiydi. 2. hafta Stoke maçı var ki zaten Stoke'un Liverpool'un rakibi olmadığı açık (geçen sene iki maç da 0-0 bitmişti :D). 3. maçta ne diyeceksiniz peki? Aston Villa kendi Gerrard'ını kaybetmiş ve iki maçta Rapid Vienna ve Wigan'a karşı olumsuz bir tablo çizmiş. Benitez'in bahanesi 'hazır değiliz' mi yoksa 'Villa bizden daha hazır' mı?

Benitez'in yıllardır bir açığı olan duran top savunması artık sır değil. Alex Ferguson bir yana David Moyes, Martin O'neill hatta muhtemelen Phil Brown bile bundan haberdar. Geçen seneki Hiddink'in Ivanovic hamlesini hatırlamak lazım. Hatalarından ders almayan bir adam zaten ne arıyor Liverpool'da. Bir değil iki değil ama. Önce Tottenham sonra Aston Villa maçını izleyin, sinirimi anlayacaksınız. Bu sezon ligde yenilen 5 golün hepsinin duran toptan olması şaşırtıcı gelmiyor artık. Duran toplar kısmını rafa kaldıralım yoksa olan yine klavyeye olacak maçta olduğu gibi.

Bir diğer konumuz Gerrard. Sanki Xabi Alonso öz kardeşiymiş sandım maçı izlerken. Yani bir oyuncunun gidişi bizim Gerrard'ı bu kadar mı etkiler. Ama sonra anladım tam olarak sebebini. Gerrard her zaman olduğu gibi koşuyor, çalım atıyor, ara pasları veriyor, şut çekiyordu ama bir şey eksikti. Bir Torres'in yanında, bir Kuyt'ın önünde (sağ açık oynayan bir adamın önü neresi oluyorsa?), bir Carragher'ın önünde... Anlam veremedim. Benitez serbest rolde oyna derken bu kadar serbest oyna dememiştir herhalde. Zavallı maç boyu koşunca oyun kuracak enerji kalmadı. Zaten kaçırdığı şanssız pozisyonlar moralman onu da bitirdi. Yaptırdığı penaltıyı da burada anmazsak ayıp olurdu. Gerçekten çok çok şanssız kaydı. Muhtemelen kaydıktan sonra bin kere pişman olmuştur ama iş işten geçmişti artık. Umarım Reebok Stadium'da daha verimli bir Stevie G izleriz.

Maçtan diğer aklımda kalanlar Mascherano'nun 3. stoper oluşu, Torres'in gözünün morarması, Benayoun ve Gerrard'ın art arda vuramadığı pozisyon...

Bir de güzel şeyden bahsedelim. Liverpool ruhu dediğimiz şeyi bu maçta da gördük. 2-0 maç rölantide giderken bir anda gol geldi. Ama golden sonra tüm takım ayağa kalktı sanki maç yeni başlıyormuş gibi. Atak üstüne atak derken Stevie'nin penaltısı pek hoş olmadı. O penaltı olmasa Liverpool alır götürürdü tabi.

Ben bugün üç-beş ders aldım kendime göre. Cumartesi göreceğiz bakalım Benitez efendi kendine düşen dersleri almış mı?

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Şampiyonluk şanslarını değerlendirme vakti

2. maçlar bu haftaiçi oynandı EPL'de. 3. maçlar ise bu satırlar yazılırken oynanmakta. Sözü fazladan uzatmadan bu seneki EPL şampiyonluk şanslarını tahminen değerlendirmeyi düşündüm. Aşağıda yazacağım puanlar tamamen tahmin ve sallama üzerine yazıldığından üzerinde pek düşünmemeniz tavsiye edilir. Sadece Big Four ve Man City'yi yazdım. Tottenham, Aston Villa ve Everton'ı değerlendirmeye almadım.

Manchester United:
Sir Alex Ferguson faktörü (+20)
Ronaldo'nun gidişi (-7)
Tevez'in gidişi (-2)
Owen ve Berbatov'un savaşçılıktan uzak kimlikleri (-2)
İleri uçta oynamayan bir Rooney (-2)
Brown, O'Shea gibi kara gün oyuncularının varlığı (+2)
Her mevkide bulunan oyuncu fazlalığı ve rotasyon imkanı (+4)
Nani ve Anderson'ın bitmek bilmez formsuzluğu (-1)
Luis Antonio Valencia ve Obertan'ın takıma uyum süreci (-1)
Sezona sakat başlayan VDS, Rio ve Vidic'in eksikliği (-2)
Toplam: (+9)

Liverpool:
Kadrodaki İspanyol uyumu (+3)
Babel, Dossena, Ngog, Lucas gibi oyuncuların geçen seneden kalan formsuzluğu (-4)
Değişmez adam Carragher'ın günden güne artan yavaşlığı (-1)
Carragher'ın yanına onu toparlayacak ve oyun kuracak stoperin bir türlü bulunamaması (-2)
Xabi Alonso'nun gidişi (-5)
Mascherano, Gerrard, Kuyt gibi savaşçı oyuncuların varlığı (+4)
Stevie G&El Niño A.Ş. (+6)
Hemen hemen her pozisyondaki oyuncu sakatlıkları (-3)
Glen Johnson'ın büyüleyen performansı (+1)
Aquilani ve Kyrgiakos'un yanındaki kocaman soru işaretleri (-4)
Geçen seneki uyumlu kadronun bozulmaması (+3)
Benitez'in rotasyon ile az sayıdaki oyuncudan çok verim elde etmesi (+3)
Şampiyonluğa aç bir kadro (+3)
Anfield ambiyansı ve Kop tribünü (+2)
İç sahadaki performans (+4)
Geçen sezonlardan kalan son dakika galibiyetleri (+2)
Chelsea, Man Utd ve Arsenal'e karşı farklı kimlikte oynayan takım (+4)
Anadolu(?) takımlarına karşı elde edilen kronik beraberlikler (-3)
Toplam: (+13)

Chelsea:
Ancelotti faktörü (-5)
Mourinho'nun sistemi ve kadro uyumu (+10)
Şampiyonlar Ligi'ne verilen aşırı önem (-2)
Gittikçe yaşlanan ve formdan düşen kadro (-4)
Zengin orta saha rotasyonu (+5)
Savaşçı ve yorulmayan oyuncu çokluğu (Essien, J. Cole, Ballack, Drogba...) (+3)
İngiliz basınının aşırı beklentisini kaldıramama hastalığı (-2)
Büyük takımlara karşı oynanan zayıf futbol (-3)
Toplam: (+2)

Arsenal:
Şampiyonluğu hedeflemeyen camia (-7)
Kadro tecrübesizliği (-5)
Sakatlık halinde neredeyse her oyuncuya karşılık birkaç yedeğin kadroda bulunması (+5)
Fabregas'ın giderek olgunlaşan form grafiği (+3)
Kronik beraberlikler (-3)
Sakatlanıp bir türlü düzelemeyen futbolcular (-4)
Takım iyi halinden uzaklaştığında eski haline uzun sürede dönememesi (-5)
Başarıya aç kadro (+3)
Toplam: (-13)

Manchester City:
Kadronun yarısını oluşturan hücum oyuncuları (+6)
Toure'nin alınmasına rağme defans hattının zayıflığı (-8)
Gareth Barry, Ireland, De Jong üzerine kurulmuş bir orta saha (+3)
Takımın iyi ya da kötü gidişinde ne yapacağını bilmeyen oyuncular topluluğu (tecrübesizlik) (-5)
Fark edilen eksikliklerin devre arasında telafi edilme esnekliği (para-para-para) (+3)
Takımın EPL, FA Cup ve League Cup haricinde hiçbir turnuvaya katılmayacak olması (+4)
Toplam: (+3)

Bu durumda sıralama Liverpool, Man Utd, Chelsea, Man City, Arsenal şeklinde oluyor. Tahminim ve gönlümden geçen budur tabi. Gözümden kaçan bir şey olmuşsa mutlaka yorum olarak yazmanızı isterim.

16 Ağustos 2009 Pazar

Bomba transfer budur dostum

Chelsea'nin Agüero'ya yaptığı 57M€luk tekliften haberdarsınızdır. Minimum serbest kalma bedelinden 3M düşük. Atletico kabul etmese dahi aradaki farkı verip Agüero ile görüşme fırsatı elde edecekler. Şimdi söz Agüero ve Maradona'da. Muhtemelen Maradona "İngiltere candır. Git piyasan artsın. Sonra Barça'ya gelirsin." diyecektir, demiştir.

Agüero'dan bahsedecek olursak kendisi favori futbolcularım listesinde Fernando Torres ile beraber 1.liği paylaşmakta. Futbolculuk olarak kısa boyuna rağmen tek eksiği topla çok haşır neşir olması. Neredeyse her maçta 8-10 civarı net top kaybı yapıyor. Bunların dışında oyun kurucu (AMC) mevkiinde de oynayınca zaten gözde bir oyuncu oldu şimdiden. Hızlı bir oyuncu olması da Premier Lig'e çabuk uyum sağlayacağına işaret. Ayrıca Fernando Torres'in yanında oynamasını çok istediğim bir futbolcuydu.

Chelsea'ye getireyim lafı. İngiltere'de şampiyonluk favorisi. İngilizler çok güveniyorlar neden bilmiyorum. Kadro olarak Liverpool ve Man Utd'ın önünde olmalarına rağmen Mourinho'nun oynattığı sistemi bir türlü geliştirememeleri ve Abramovich'in CL sevdası yüzünden 3 senedir ligde tam performans oynayamıyorlardı. (yine de son üç senede 2 kez ikinci 1 kez üçünçü oldular) Açıkçası bu sene beni Ancelotti bayağı rahatlatmıştı. Onun sayesinde Chelsea'nin ilk 2'ye giremeyeceğinden emindim. Ama bu transfer yüreğime indi. Drogba, Anelka ikilisinden ziyade Joe Cole ve Salomon Kalou ile forma yarışına girecektir. Şimdiden insanın ağzı sulanıyor bile. Forma numarası olarak da 10 Joe Cole'a emanet, 18 de Zhirkov'a verildi. 9 değil de sanki 16'yı giyecekmiş gibime geliyor. Ama Independiente ve Atletico'dan sonra mavi forma ona yakışmayacak gibi. (Benimki de laf işte. Bu adam Arjantin milli takımında ve Atletico'da 2. forma olarak mavi forma giymiyor muydu? Bilmiyor muyum sanki...)

Ben ise hala onu Liverpool'da görmek isterim. Gelsin de şu 10 numarayı Voronin'den alsın isterim.

14 Ağustos 2009 Cuma

TSL 2009-10 tahminleri

Bu yazının çok geciktiğinin farkındayım. Ancak içimde kalmıştı böyle bir liste. Hem sene sonu da kaçının tutup kaçının tutmadığına bakıp kontrol etmiş oluruz. Uzun etmeden takım tahminlerine gelelim.

Şampiyon: Fenerbahçe ve Galatasaray
Aziz Yıldırım'ın 3 yıllık şampiyonluk parolasıyla göreve gelen Daum'un önderliğinde sezona başlayan sarı-lacivertli ekip yüksek miktarda para harcayarak Türkiye standartlarının üstünde bir kadro kurdu. Üstelik bu transferlerin çoğu eksik olan mevkilere. Bu transferlerin yanında Fenerbahçe'nin en büyük üstünlüğü Daum'un tecrübesi. Daum Türkiye şartlarını bildiği için Avrupa'yı önemsemediklerini açıkladı. Bu da onların lig konsantrasyonunu artıran bir faktör. Ayrıca Daum'un Türkiye'de kazandığı şampiyonluklar Fenerbahçe'yi bir adım öne çıkarıyor. Bunların üstüne Brezilyalıların uyumu ve Guiza ve Kazım gibi oyuncuların form kazanması Fenerbahçe'yi üst sıralara taşıyacaktır.

Bir diğer takım Galatasaray da Fenerbahçe gibi müthiş bir kadro kurdu. Elano-Keita-Arda-Baros-Kewell-Aydın-Nonda şeklindeki hücum hattı parmak ısırtıyor. Keza teknik direktör Rijkaard sadece ismiyle ve kariyeriyle değil oynattığı futbolla da herkesi büyülüyor. Kağıt üzerinde Galatasaray favori gözükse de geçen senelerde yaşanan ve bitmek bilmeyen sakatlıklar, Rijkaard'ın Türkiye şartlarına ayak uyduramaması, Avrupa'da atlanan turlar sonucu lige fazla asılamama gibi sorunlar da Galatasaray'ın başını yakacaktır. Ama ben yine de şampiyonluk yarışının son haftaya kadar süreceğini düşünmekteyim.

En çok gelişme gösteren takım: Bursaspor ve Manisaspor
Bursaspor Ertuğrul Sağlam önderliğinde çok sağlam bir kadro kurdu. Tahminim seneye Avrupa Ligi'ne gideceklerdir.
Manisaspor ise lige yeni çıkmasına rağmen beklentilerin üzerinde bir performans sergileyerek ligde kalacaktır.

Hayal kırıklığı: Beşiktaş ve Sivasspor
Beşiktaş muhtemelen şampiyonluk yarışında Fenerbahçe ve Galatasaray'ın gerisinde kalacaktır. Belki sıralama olarak ilk 5'ten çıkmayacak ama futbol olarak arka planda olduğu az çok belli olacaktır.

Sivasspor da geçtiğimiz sezondaki performansından hayli uzak. Kapalı futbol ve top şişirme üzerine kurulu taktiği bir kenara bırakan Bülent Uygun bu sezon teknik anlamda takımı geliştirmeyi düşünüyor. Ama birçok oyuncusunu kaybeden Sivas'ta bu sezon aynı performans zor gibi.

Bir de oyuncu tahminlerine göz atalım:

En değerli oyuncu: Arda Turan
Sezonun hemen başında gördük ki sanki geçen seneki iyi Arda gitmiş yerine çok daha iyi bir Arda gelmiş. Artık bunun sebebi 10 numara mı kaptanlık mı bilemeyeceğim. 90 dakika koşan mücadele eden Arda artık takımına daha fazla asist ve gol olarak katkı sağlayacağı mevkiye geçmiş bulunmakta. Rijkaard'ın da desteğiyle müthiş bir sezon geçirecektir. İnşallah herhangi bir sakatlık vs. sorun olmaz da 2009-10 sezonu Arda için TSL'deki son sezon olur.

En çok gelişme gösteren oyuncu: Daniel Güiza
Bu kısmı hepiniz az çok tahmin etmişsinizdir. Geçen sezonun devre arasından beri sanki farklı bir Güiza izliyoruz. Geçen sezon Fenerbahçeli taraftarlar dahil tüm futbolseverlerden fazlaca tepki alan Güiza Fenerbahçe formasıyla sezonun hemen başında gollerine başladı bile.

En iyi transferler: Fabio Bilica (2,5M€+takas) Elano Blumer (7M€) Tomas Zapotocny (Kira) Razundara Tjikuzu (?) James Troisi (0) Herve Tum (takas) Mustafa Sarp (0)
En kötü transferler: Mehmet Topuz (9M€+takas) Abdul Kader Keita (8,5M€) Veysel Cihan (0) Can Arat (0) İsmail Köybaşı (5,5M€)

4 Ağustos 2009 Salı

Sınır Tanımamak

Sınır Tanımayan Bloguz ya hani, sınırları çizmeden devam edebilmek adına birşeyler karalamak istedim ben de şimdi. Bu yazının gerisinin ne getireceği sizden fazla biliyor değilim, yazdıkça ortaya çıkacak ne olduğu. Ama saçmalayacağım, ama hoş bir sohbet olacak ama bir deneme. Ben de bilmiyorum.

Enes kardeşimin, namı diğer 'aea' nın blogunda yazmaya başlamıştık ancak gel gör ki her zaman her istediğinizi yapmanız mümkün olmuyor. Benim de çok fazla işim gücüm oldu, kendi blogum olan Bench'in Arkası'na bile çok yazamıyorum. Ama bir işin parçası isen eğer, o iş üzerinde katkın olması lazım diyerek başladım klavyeciğimin tuşları ile uğraşmaya.

Sağda solda bakınırken ne gördüm biliyor musunuz, ACB'yi TRT alacakmış;helal olsun. Yiğiter Uluğ Murat Murathanoğlu ikilisi sunacakmış hem de maçları. Seneye onu da Spormax alana kadar rahat rahat maç izlesinler bari insanlar.

Sınır tanımamak demişiz başlığa, öyleyse sınır tanımayıp biraz da maymun iştahlılıkla konudan konuya atlayışımızı mazur görünüz efendim. ÖSS sistemi değişti malumunuz üzere, piyasada çokça tartışma dönüyor konu üzerinde ama bu sistem bilenle bilmeyeni ayırt edecek ve fırsat eşitsizliğini ortadan kaldıracak bir sistem. Bu konu ile benden daha yakın ilgilenen kişi sayısı bir hayli azdır diye düşündüğüm için iddialı konuşuyorum. Fikirleriniz uyuşur-uyuşmaz bilemem.

Bakın yine farklı bir dala atlıyorum. Cumartesiyi pazara bağlayan gece açınız Habertürk'ü 23.15 sularında, sabaha kadar seyrediniz Tarihin Arka Odası'nı. Oradaki hanımefendinin ara sıra kullanacağı marjinal söylemlere fazla takılmayınız, tipi öyle. Yanındaki iki beyefendi bu ülke için son derece değerli isimler, Erhan Afyoncu ve Murat Bardakçı. Onlardan ne kapabilirseniz kapmaya bakınız diyerek yazımı noktalayayım. Ne yaptım nasıl bir yazı yazdım bilmiyorum ancak bildiğim, yazmadaki o şehvete erişebildiğim.

Bir kez daha görüşeceğimiz vakte kadar hoşçakalınız efendim.

Alperen

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Bir fenomen ve mirasçıları

Yazıya şu sözle başlamak gerek:
"Chelsea'den ayrılmak benim için gerçekten çok zor oldu. Ancak ayrıldığımdan beri ben sürekli gelişiyorum ama Chelsea yerinde sayıyor." Jose Mourinho

1905 yılında kurulan yani 104 yıllık bir kulüp olan Chelsea'nin tarihi boyunca yaptığı en başarılı iş Temmuz 2004'te, elinde 2003 UEFA ve 2004 Şampiyonlar Ligi kupalarını bulunduran, Jose Mourinho'yu menajerliğe getirmekti. Rus zengini Abramovich'in de büyük katkılarıyla İngiltere'de şampiyonluğa oynayacak bir takım oluşturdu Portekizli. Muhtemelen kendisi 4-5 yıllık bir kariyer planı ve transfer tablosu oluşturmuştu ilk geldiğinde. Neredeyse her alınan oyuncu veya satılan oyuncunun mantıklı bir sebebi oluyordu. Mutlaka yapılan transferlerden fos çıkanlar da oldu ama genel itibariyle uyumlu ve büyüleyici bir takım oluşturdu. İlk 2-3 ayda yapılan tüm transferlerin birer hikayesi yazılabilirdi ama ben bunları kısaca bir geçmek istiyorum.

PSV'den Arjen Robben ve Mateja Kezman, (18 + 7,5M€)
Olympique Marseille'dan Didier Drogba (37M€)
Benfica'dan Tiago (12M€)
Eski takımı Porto'dan Ricardo Carvalho ve Paulo Ferreira'yı (30 + 20M€)
Stade Rennais'den Petr Cech'i (13M€)
ve son olarak Santos'tan Alex'i (11,5M€)(aldıktan hemen sonra PSV'ye kiralık) kadrosuna kattı.
(Devre arasında da Chelsea'nin Rusya şubesi CSKA Moscow'dan Jiri Jarosik alındı)

Mourinho ilk sezonunda, 2004-05, Premier Lig'i domine ederek şampiyon olduğunda en yakın rakibi Arsenal'e 12 puan fark atmıştı bile. Bu şampiyonluk Chelsea tarihinde 2. idi ve bundan önceki 50 yıl önce alınmıştı. Bu denli değerli bir şampiyonluğı kazandıran adam olarak 2. sezonunda ise ilkinden daha fazla söz sahibi idi. Arkasındaki güce dayanarak istediği isimleri almaya başladı. Mickael Essien için 38M ve Shaun Wright-Phillips için 31,5M€ o zamanlar parmak ısırtan miktarlardı. O transferlerin yanında Asier Del Horno (12M€) ve Lassana Diarra (4,5M€) çok sönük kalıyordu. Mourinho ayrıca kiradan dönen Juan Sebastian Veron ve Hernan Crespo'yu takımdan yollamadı ama takımdaki fazlalıklar Tiago, Mateja Kezman, Mickael Forssell ve Scott Parker'ı yolladı. 2006 yazında yine şampiyon Chelsea'ydi.

2 yılda 2 EPL şampiyonluğu her ne kadar büyük bir başarıysa da Chelsea, Mourinho'nun ilk geldiğinde reklamını yaptığı Şampiyonlar Ligi'nde kayıptı. İlk sezonda Liverpool'un İstanbul mucizesinin gölgesinde kalmışlardı. 2. sezonda ise basın toplantılarında giydirdiği efendi adam Rijkaard tarafından çimlere gömülmüştü.

3. sezonun başlarında Abramovich ile meydan okumalar başlamıştı. Abramovich Şampiyonlar Ligi'ni istiyordu. Mourinho ise başarıdan bu kez emindi. Porto ile kazandığı kupayı Avrupa'nın büyük kulüpleri haline getirdiği bir takımla nasıl kazanamazdı? Ashley Cole, Michael Ballack, Andriy Shevchenko, Jon Obi Mikel gibi oyuncuları kadroya kattı. Bu uğurda ligi Man Utd'a kaptırdı. Ancak 2 yıl önceki Milan-Liverpool 'dejavu'suna engel olamadı. Kırmızılılar Mourinho'yu yine ağlatmıştı.

2007 yazında Abramovich ile atıştığı söylendi. Mourinho tabii ki daha rahat olan adamdı. Kalırsa takımı dünyanın 1 numarası haline getirecek, Alex Ferguson futbola veda ettiğinde ise en başarılı menajer olacaktı. Eğer Abramovich onu yollarsa yine başka bir kulüpte başarılarına devam edecek ve sanki Chelsea'de devam ediyormuş gibi alacağı parayı tek çekimde alacaktı. Abramovich onu kovmayı seçti. Yerine ise İsrailli 'kankası' Avraham Grant'ı getirdi. Grant taraftarları olan ve bu denli yüksekleri hedefleyen bir takım için yeterli birisi değildi. Ama ligdeki ve Şampiyonlar Ligi'ndeki 2.likler onun için bir başarıydı. Şampiyonlar Ligi finalinden 3 gün sonra 24 mayısta istifa etti.

Yerine gelen Scolari ise Brezilya milli takımının 2002 Dünya Kupası şampiyonluğunda takımın başındaydı. Kupadan hemen sonra Portekiz'e geçti. 2004 Avrupa Şampiyonası'nda favorilerdi. Ancak futbol katili, catenaccio lanetinin antipatik temsilcilerinden Yunanistan'a finalde elendi. 2006 Dünya Kupası'nda ise yarı finalde Fransa'ya takıldı. 3.lük maçını da kaybetti ve turnuvayı 4. olarak tamamladı. Euro 2008'de ise çeyrek finalde Almanya'ya elendiler. Ancak Scolari turnuva sürerken Chelsea ile anlaştığını söyledi ve turnuva bittiğinde Londra'ya gitmişti bile. Büyük Felipe'nin Londra macerası milli takımlardaki gibi olmadı. Chelsea'nin güçlü kadrosuna rağmen büyük takımlara diş geçirememesi yüzünden basın tarafından ayağa düşmüştü bile. Abramovich son çareyi Rusya menajerini getirmekle buldu. Guus Hiddink 4,5 ayda Scolari'nin beter ettiği takımı Şampiyonlar Ligi yarı finalisti yaptı. Chelsea bu sürede 100 yılın takımı Barcelona ile maç yapıp da yenilmeyen tek takım olma başarısını gösterdi (2008-09 sezonu içerisinde). Ancak Hiddink'in vadesi bu kadardı. Hollandalı hoca Rusya'daki görevine devam etmekte ısrarlı olunca Abramovich de bir şey diyemedi.

Roman Abramovich'in yeni adamı Carlo Ancelotti oldu. Milan'da torpili yüzünden uzun süredir kalıyordu. Fatih Terim'den aldığı koltuğu geçen sezonun sonuna kadar bırakmamıştı. Aynı kadroyla çalışa çalışa hala bir başarı yakalayamayınca kapının önüne kondu. Chelsea taraftarlarının ona umut beslediğini sanmıyorum. Oyuncuların gayretiyle Arsenal'e falan geçilmezler ama kimse onlardan 'European double' (Şampiyonlar Ligi+Premier Lig) beklemiyor.

Yine kadroya bakacak olursak Mourinho günlerinden kalan oyuncular şunlar: Cech, Carvalho, A. Cole, Ferreira, Terry, Alex, Essien, Lampard, J. Cole, Obi Mikel, Ballack, Shevchenko, Drogba ve S. Kalou. Bu 14 oyuncunun yaş ortalaması 28. Bu oyuncuların en verimli oynadığı dönem de Mourinho dönemi olup onun gidişinden beri ritm tutturamadıkları bir gerçek (gerçi Lampard, Essien, Terry falan aynı sayılır). Ancelotti'nin bu oyunculardan tam verim alıp takımın eksiklerine nokta tavsiyeler yapacağını falan da düşünmüyorum. Bu sezon sağlam bir şekilde 3. olurlar herhalde.

Mourinho da yatar kalkar güler bunların haline işte. "Ne mirasçılarmış be" diyiverir.

Not: Bu notumuz da blog takipçilerine gelsin. Tatil organizasyonları sebebiyle blog, ağustos ortasına kadar güncellenmeyecek. Blogumuz sizlere emanet.

23 Temmuz 2009 Perşembe

Gidene kal demeli

Liverpool 2008-09 sezonunda uzun yıllar kazanamadığı Premier Lig'i kazanmaya öncekilerden daha çok yaklaşmıştı. Bu başarılı sezonun ardındaki isim şüphesiz Steven Gerrard. Gerrard kariyerinin sonlarına yaklaşırken lig şampiyonluğunu diğer arkadaşlarından biraz daha fazla istiyordu (Carragher'ı saymıyorum). Gerrard takımın liderlik rolünü kusursuz yerine getirirken zaman zaman sakatlıklar ona engel oldu. O dönemlerde takımın hücumu büyük sekteye uğruyordu. Gerrard'daki bu değişimlerin tek sebebi liderlik ruhu değildi. Geçtiğimiz dönemlerde zaman zaman sağ çizgide zaman zaman ön libero mevkisinde oynayan Gerrard, 2008-09 sezonunun tamamına yakınını forvet arkası dediğimiz oyun kurucu bölgesinde geçirdi. Gerrardsız maçları, 4-2-3-1'den klasik 4-4-2'ye dönüş sendromlarını başka yazıya bırakıyorum. Konumuz Gerrard değil çünkü.

Yukarıda Gerrard'ın bu değişimlerinin birden çok sebebinin olduğunu söyledim. Bu sebeplerden bir tanesi belki de kağıt üzerindeki en önemlisi Xabi Alonso-Mascherano ikilisinin takımdaki rolü.

Öncelikli olarak Xabi Alonso örneğine bakalım. Xabi Alonso ön libero dediğimiz bölgenin savunma anlamında hakkını veren dünya çapında müthiş bir oyuncu. Hücum anlamında ise frikikleri ve uzaktan şutlarını saymazsak takıma sağladığı katkı parmakla sayılır. O yüzden yanında veya arkasında oynayacak olan oyuncunun hücum vasıflarının yüksek olmasını ister. Zaten hücuma katkı yapan oyuncuların sevdiği bir isim. Çünkü arkada Xabi'yi bıraktığınızda içiniz rahat oluyor. Oyunu beyniyle oynadığı için arada sırada uzun derinlemesine paslarla sizleri şaşırttığı gibi tek pasta da başarılı oluyor.

Xabi'yi böyle kısaca anlattıktan sonra Mascherano'ya geçelim. Mascherano, Corinthians'ın West Ham United'a hibe ettiği iki Arjantinli'den biri. Hücum özellikleri Xabi Alonso'ya göre daha kısıtlı. Oyunu daha defansif oynuyor. Xabi Alonso, bir oyuncudan topu almak istese onu önce ısırır sonra alır. Ama Masch öyle değil, topu tek hamlede çekip alır. Top çalma ortalamalarının yüksek olması bu yüzdendir. Liverpool'a gelişi aslında sürpriz olmuştur. West Ham taraftarlarının dışladığı bir isimdi. Sahada yeterli mücadeleyi vermemekle suçlanıyordu. Ama o West Ham'dan kat kat büyük bir kulübe gitti. Rafael Benitez ise bu takıma onu oturtarak çok büyük bir iş yapmış oldu.

Gerrard ise bu iki ön liberodan destek alarak tüm enerjisini takım hücumuna verdi sezon boyu. Yani Gerrardsız Torres nasıl aksadıysa Xabi-Masch'ten biri olmayınca da Gerrard aksıyordu. Gerrard'ın bu katkısı 90 dakika boyunca bir kişi fazladan hücum etmek demekti. Xabi-Masch ikilisi (Xavi-Iniesta'yı bir kenara bıraktığımızda) orta saha ikilileri arasında üst sıralardaydı.

Şimdi bu ikiliden birini feda ettiğimizde orta saha nasıl bir şekil alacak? İkisinin birden satılmasına ihtimal vermediğim için bunu konuşmaya gerek duymuyorum. Benitez'in stratejisi Gerrard'ı geriye çekip ileriye bir adam mesela David Silva'yı kadroya katmak mı olacak yoksa ön liberoya yeni bir isim mi? Farzımuhal ön liberolardan birinin yerine bir önceki yazıda bahsettiğimiz Aquilani veya Hamsik alındı. Bunların takıma uyum süreci en az 5-6 ayı bulacağından dolayı hiç hiç tasvip etmiyorum. Liverpool bir daha bu seneki kadar büyük bir şans bulamayabilir. Man Utd Ronaldo'yu yollamışken, Chelsea Ancelotti'yi huzurevi müdürü yapmışken, Arsenal hala 'Gençler'birliği tadında oynarken, aşağılardan gelip "hepinize rakip olacağız" diyen Man City kağıt üstünde 5. iken Liverpool'un şampiyonluğu daha fazla ertelemesine gerek yok.

Hem Xabi Alonso'nun hem de Mascherano'nun Liverpool'a olan bağlılığına şüphem yok. Ancak Benitez'in önce Xabi'nin kendisiyle sonra Mascherano'nun eşiyle konuşup 'gidene kal' demesi gerekiyor. Çünkü şampiyonluklar parayla kazanılmıyor. Liverpool bir şampiyonluğu daha ucundan kaçıracaksa 70-80M€'yu ne yapsın?

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Liverpool için transfer dedikoduları

Uzun süredir Liverpoolla alakalı transfer dedikodularına mesafeli durmaya çalıştım. Zaten birçoğu da fos çıkmıştı. Ancak bazı haberleri kısa bir süredir not alıyorum. En son bugün patlak veren Mascherano'nun menajerinin ortalığı kızıştırmasıyla sanırım transfer haberleri bir bir yayılacak Liverpool'da. (Çünkü mali durumu çok iyi olmayan Liverpool için Mascherano transferi bir kaynak yaratabilir.)

Walter Tamer yani Mascherano'nun menajerinin Arjantin haber sitelerinden birine yaptığı açıklamayı kısaca yazalım. Bilmeyen okuyucularımız da öğrenmiş olurlar: "Mascherano'nun eşi İngiltere'de mutlu değil. Kendisine çalışma izni verilmediğinden buralarda çok zahmet çekiyor. İspanya'ya gitmek istiyor. Barcelona ise Mascherano ile ilgileniyor bu da Masch'in İspanya'ya gitmesini kolaylaştırır. Liverpool'un oyuncuyu satmak istemediğini biliyoruz. Ama olağanüstü bir teklif gelirse neden olmasın?"

Oyuncunun eşinin transfer işlerine el atmasına zerre haz duymam. O bir yana daha bugünlerde 40M€ gibi bir masrafa giren Barca'nın 40-50M€ civarı bir masrafa daha gireceğine de ihtimal vermiyorum. Ancak biz sadece menajerin aç gözlülüğü sonucu oluşan bir demece göre konuşuyoruz. Masch'in gidip gitmeyeceği sonraki meseledir.

Peki ya Mascherano giderse Liverpool bu parayla neler yapabilir?

  • Alberto Aquilani: Roma'daki gelişimini az çok tamamlamış ve üst düzey kulüplerden teklif bekleyen Aquilani için zaten ekonomik bunalımlar yaşayan Roma'nın kapıyı 15M€'dan açması tahmin ediliyor. Ancak Liverpool, İtalya'ya dönmek isteyen Andrea Dossena'yı teklife ekleyip fiyatı düşürmek peşinde. (Aslında Liverpool'un transfer stratejisi de bu olmalı. Dossena sorunlu ve yetenekleri kısıtlı bir oyuncu. Mutlaka takasta kullanılmalı)
  • Marek Hamsik & Ezequiel Lavezzi: Lavezzi, Napoli'de geçen sezonun başında Maradona'nın formasına göz dikmişti ancak yönetimden aldığı cevap retti. "Önce şampiyonluk getir sonra 10'u alırsın" dediler. Marek Hamsik ise Napoli'nin orta sahasını toparlayan isim. Geçen sezonun yükselenlerinden. Napoli, Lavezzi için 25M€ istiyor. Liverpool'un ilk 11'de oynamayacak bir forvete 25M vermesi saçmalık. Ancak bu iki oyuncuya karşılık bir miktar para ve üstüne Andrea Dossena ile (İtalyan pasaportu bulunan) Lucas Leiva mantıklı olabilir.
  • Ashley Young: Aston Villa'nın Stewart Downing'i kadrosuna katmasından sonra gözden düşen Young da Liverpool ile temasta. Transferin 20-25M€ civarı olacağı söyleniyor. Geçen sezon Albert Riera'nın takıma katılmasıyla iyice şişen sol açık rotasyonunda Ryan Babel duvarlara konuşan adam olmuştu. Eğer böyle bir şey olursa onun da fişi çekilmiş olur.
  • Lucas Biglia: Anderlecht'te oynayan orta saha oyuncusuyla ilgilenen kulüpler Deportivo, Lazio ve Fenerbahçe. Fenerbahçe'nin Cristian'ı almasından sonra Biglia'yı listeden sildiğini söyleyebiliriz. Biglia bir demecinde İngiltere'ye gitmek istediğini söylemiş. Milli takımdan arkadaşı olan Javier Mascherano'nun bu transfere aracı olacağı söylenmekte. 23 yaşındaki oyuncunun ayrıca İtalyan pasaportu da bulunduğu için çalışma izni sorun olmayacak.
  • Moussa Sissokko: Toulouse'da oynayan Fransız oyuncu ile Tottenham ve Liverpool'un ilgilendiği söylenmekte. Sissoko aynı Biglia gibi orta sahada görev yapmakta. 19 yaşındaki oyuncu tüm bu tekliflere rağmen Toulouse'da kalmak istiyor. Benim de Biglia ve Sissoko hakkındaki yorumum eğer orta sahadan hiçbir oyuncu gitmezse bu iki oyuncunun transferinin çok saçma olduğu yönünde. Elimizde bir Lucas Leiva gerçeği var. Onun bile rotasyona ne kadar girdiğini herkes biliyor.
  • Alvaro Negredo: Her ne kadar Real Madrid'e yeni transfer olsa da Huntelaar, Van Nistelrooy, Raul, Benzema ve Higuain'den oluşan Real Madrid forvet hattında rotasyona girmesi çok zor. Real Madrid gelen teklifler doğrultusunda İspanyol oyuncuya yol verecektir. Fiyata göre 23 yaşındaki oyuncunun David Ngog'un misyonunu üstlenmesi mantıksız değil. Negredo'nun, Torres'in arkasında, yedekte, beklemesini sorun etmeyeceği kanısındayım. Bu transfer için Real Madrid'in bu sezon içerisinde ödediği 5M€ yeterli gibi.
Yukarıdaki söylentilerin yanında bir de gerçekleşmeyen senaryolar mevcut. Onlardan da birkaç kelam edelim.

  • Xabi Alonso: Real Madrid'in ön libero mevkiine yapacağı isabetli transferlerden biriydi. Ancak Liverpool için de hayli önem taşıyan bir oyuncu olduğu için Benitez transfer görüşmelerini ağırdan aldı ve Xabi Alonso Liverpool'da kaldı.
  • David Villa & Silva: Valencia bu oyuncuların pazarlamasını hiç umursamadı bile. Villa'nın Barça ile Real Madrid arasında rekabet konusu olduğu bile yaşanmıştı. Ama Villa bu sezon kulüpte kaldı. Kendisinin bu sezon geçen sezon kadar iyi oynayacağı tartışılır. Gelecek yaz 29 yaşına girecek oyuncunun fiyatının yükselmesi için son şans 2010 Dünya Kupası olacak. Eğer büyük kupadan sonra Valencia yine pazarlamayı beceremezse Villa'nın fiyatı 5-10M€ düşer.
  • Arjen Robben: Real Madrid'in para kazanmak istediği oyunculardan biriydi. Ancak takasta kullanılamayınca ve fiyatının 25M€ olduğu açıklanınca Benitez bu oyuncudan vazgeçti.
  • Alessandro Del Piero: Bir dönem konuşuldu durdu. Dossena'nın Juventus'a gitmek istediğine falan değinildi. Ancak Del Piero sözleşmesini yenileyince bu iş de iptal oldu. Ki zaten yenilemeseydi de ben Del Piero'nun gelmeyeceğine emindim.
  • Franck Ribery: Taliplisi çoktu. Kendisi "Real Madrid'den başka takımda oynamam" deyince tüm müşteriler kapının önünden çekildiler. Ancak Bayern pek satacak gibi durmuyor.
  • Radamel Falcao: Yeni Tevez olarak pazarlanan oyuncu Porto ile anlaşınca transfer yattı.
  • Stewart Downing: M'boro ligden düşünce neredeyse tüm Premier Lig takımları peşindeydi. O ise Aston Villa ile anlaştı.
  • Yuri Zhirkov: Rusya milli takımı ve CSKA Moscow takımlarıyla başarıdan başarıya koşan oyuncu en son CSKA'nın abisi Chelsea ile anlaştı.
  • Danijel Pranjic: Heerenveen'de oynayan 27 yaşındaki Hırvat oyuncu Bayern ile anlaştı.
  • Yossi Benayoun: Tüm yaz boyunca en çok sevindiğim senaryolardandı. Yossi'yi Barça'nın istediğiydi. Ama sevincim buruk kaldı. Ortada hiçbir haber yok.
  • Micah Richards: Man City 2. kaptanı 20 yaşındaki Micah Richards gelseydi mutlaka takımın defansına level atlattıracaktı. Ancak o kalmayı tercih etti.
  • Michael Owen: Rafael Benitez'in bu transferi istediği ancak Kop'tan çekindiği konuşuluyordu. Eski Liverpoollu şimdi Man Utd'da.
  • Keirrison: Brezilya ligi ve FM takipçilerinin yakından tanıdığı bir isim. Henüz 20 yaşında. Barcelona ile anlaşacağı söyleniyor.